Uyu uyu yol bitmiyor,saat 11:30 da Cuzco’ya vardık.Dile kolay nerdeyse 24 saat oturdum, hiç kalkmadan, mola filan yok.Bir yerlerim nasır tuttu.Hemen bir
taksiye atladım ve Lima’da ki hostelin şubesi olan Cuzco Flying dogs’a
yerleştim.Buraya gelmemin nedeni 24’ün de 4 gece 5 gün süren ve macha-pichu’yu
da kapsayan Salkantay diye bir turu almaktı.Bilmem neden içimden bu 24’ü
yılbaşında dağlarda olmak geldi.Herhalde o şamata ve kargaşayı canım çekmediği
için.Onun için hemen sokaklara çıkıp bir tur acentesi bulmam gerekiyordu,zira
çok az vakit vardı.Biraz sorup arştırdıktan sonra bir tanesinde karar kıldım.Yaarın
sabah gelip beni hostelden4:30 da alacaklar.İşallah kandırılmamışımdır.Daha
sonra Cuzco’yu gezdim.Yine malum plazalar ve kiliseler.Ama güzel bir şehir, ilk
intibam güzel oldu.Fakat yarın uzun bir yürüyüşe katılacağımdan biraz hafiften
aldım.Bu turda ihtiyacım olan su arıtma tabletleri,bir matara ve güneş kremini
almaya öncelik verdim.3 gece kamp kuracağız ama galiba sıcaklık -2 derecelerde
oluyormuş.Gündüzleri de devamlı yürüyüş var.Ama tura her şey dahil.Sabah
kahvaltısı,öğle ve akşam yemekleri,tren biletleri, çadır filan hep tura dahil.Ben
sadece uyku tulumumu ve giyeceklerimi alıyorum.Hadi hayırlısı.Hostele de bir
kızla konuştum:soğuktu ve 2 gün yağmurluydu ama güzeldi dedi.Bakalım Rain Man
ne diyecek döndüğünde.Birşeyler yedim ve
hemen otele döndüm.Zira o küçücük sırt çantama termal
giysilerimi,yağmurluğumu,polarımı filan sığdırmam gerek.Yoksa öbür çantamı
götürmem imkansız ve de gereksiz yük.Onu hostel de bir odaya günlüğü 1 dolara
bırakıyorum.Dönünce işallah hem o hem de ben sağsalim birbirimize kavuşuruz.Bu
nedenle bir müddet sizlere yazamayacağım,benden bıkanlar bu habere bayağı
üzülmüşlerdir herhalde!!!!Dönünce acısını çıkarırım artık.Feliz Navidad (İspanyolca
iyi seneler).Gerçi bizim yılbaşına daha var ama………
24 Aralık 2012 Pazartesi
LİMA'YA ANİDEN VEDA
Sabahın köründe bir
matkap sesiyle uyandım,meğer aşağıdaki dükkanda tamirat varmış.Her işte bir
hayır vardır dedim, zaten dün gece yattığım yerde acaba öğlen otobüsü ile Cuzco’ya
mı gitsem diye aklımdan geçirmiştim.Bu matkap olayı tetikledi ve kahvaltımı
yaparken gitmeye karar verdim.Saat daha erkendi ve görmek istediğim sahili
görme şansım vardı.Ancak acaba yılbaşı
arifesi otobüs bulabilir miyim diye biraz düşündüm ve şansımı denemeye karar
verdim.Zira yılbaşı akşamı, yani 24’ünde dağlarda olmayı daha çok canım
çekti.Hemen yola koyuldum ve yakın olan sahile indim.Aynı bizim Antalya gibi
falezlerin üstünde boylu boyunca yürüyüş yolları ve parklar,aşağıda ise uzun
bir plaj.Tabii herkes sabahın bu saatinde bile surf yapıyor.Kimiside cumartesi
olduğu için giymiş spor kıyafetlerini koşuyor,spor yapıyor.Ben de
fotoğraflarımı çektikten sonra biraz şehir içine girdim ve 5 blok yukarda ki
Huaca Pucllana denen bir kum tepesini görmeye gittim.Yine çamur tuğlalarıyla bir
pramit yapmışlar(m.s 400),onunda büyük kısmı erimiş.Ufak bir müzesi ve biraz da
Lima görüntüsü.Saat 11:00 gibi hostele döndüm ve çıkış yaptım.Bir taksiye
atlıyarak Cruz Del Sur denen otobüs firmasına gittim.Ama tabii ana-baba günü
gibi kalabalık.Galiba plan değişikliği yapmam gerekecek derken birine
yakınlarda başka bir otobüs firması varmı Cusco ya giden diye sordum.Meğer
500m. İlerde bir tane daha varmış,adını hiç duymadım ama şansımı zorlamaya
kararlıydım.Oraya kadar yürüdüm ve saat 13:00 otobüsüne bir kişilik yerleri
olduğunu duyunca hemen biletimi aldım.Yarım saat sonra da 22 saatlik otobüs
yolculuğum başlamıştı bile.Seyyahların ne yapacağı belli olmazmış.Biraz okudum
biraz uyudum,öğlen ve akşam yemeklerimi de otobüste ikram ettiler.Tabii birde
kıt İspanyolcamla iki de film seyrettim.Bana zorla İspanyolcayı öğretecek
bunlar.Herhalde otobüste 3 günlük uykumun hepsini uyurum artık.
22 Aralık 2012 Cumartesi
BAŞKENT LİMA AMA GÜZEL
Otobüste deliksiz uyumuşum.Tahmin ettiğim gibi saat sabah 5
te otogardaydık.Tabii uykuma otogarda ki koltuklarda devam ettim ve 7:00 gibi yola çıktım.Otogarın hemen yanında
kocaman stadyumu görünce oryantasyonumu sağlamak kolay oldu ve daha çok erken
olduğu için hostele yürüyerek gitmeye karar verdim.Ancak git git yol
bitmedi,sırtımda ki çanta gittikçe ağırlaştı.Meğer yönümü doğru tahmin etmişim
ama mesafeyi o kadar iyi tutturamamışım.Meğer 7.5 km. miş.Neyse gördüğüm her
parkta dinlene dinlene saat 9:00 gibi hostele geldim ve 6 yataklı bir odaya
yerleştim.Kahvaltı dahil olduğu için hemen bir kahvaltı yapıp biraz dinlendim.Daha
sonra metronun yöntemini öğrenip bir kart aldım ve eski şehri görmeye
gittim.Ben Miraflores denen bir bölgede, denize daha yakın ama old town’a biraz
uzak bir yerde kalıyorum.Ama hostel Kenndy parkı diye bir yere bakıyor ve
oldukça güzel.Metro ile 11 durak sonra indim ve kısa bir yürüyüşle asıl plaza
olan Plaza Armas’a geldim.Saat tam 12 de hükümet konağının önünde nöbetçi değşimi
vardı ve tam 12 de ben şansıma ordaydım.Hoş bir ritüeldi ve bir yarım saat
sürdü.Sonra diğer plaza, park ve kiliseleri gezmeye başladım.Eski şehir çok düzgün
ve güzel binalara sahip,zaten şehirde oldukça düz.Bir de gurme Müzesi
gezdim.Peru da ki yetişen sebze, meyve ve önemli bölgelerin yemeklerinin,
tatlılarının tanıtıldığı bir müze.Tabii o müzeyi gezdikten sonra karnım acıktı
ve öğlen yemeğimi yedim.Lokantanın yakınlarında çin mahallesi olduğunu duyunca
bir gidip göreyim dedim.Zaten oraya yakın bir müzeyi de görmek için
seçmiştim.Aman tanrım, bizim Mahmut Paşa halt etmiş,nasıl kalabalık bir yer anlatamam.Yürümek
imkansız, her halde aklınıza ne gelirse burada bulabilirsiniz.Neyse oradan zor
çıkabildim, ama benim görmek istediğim müzede ilaçlama varmış o yüzden
kapalıydı.Daha sonra en meşhur ikinci meydanı olan Plaza San Martin’ e gittim.Gerçekten
çok etkileyici, büyük ve güzel. Yazılana göre orada bulunan çok eski bir otel
olan Grand Hotel Bolivar buranın en meşhur içkisi olan Pisco Sour’un en iyi
yapıldığı yermiş.Tabii kaçırır mıyım, hemen otelin altında ki bara girdim ve
kendime bir Pisco Sour ısmarladım.Bizim limonlu tonik gibi bir içki,ama
güzeldi.İçkiyi içtikten sonra mesai bitimine kalmadan dönmek için metronun
yolunu tuttum.Zira o saatlerde çok kalabalık oluyor ve binmek
zorlaşıyormuş.Saat 17:00 gibi hostelin oraya geri döndüm.Tabii Starbucks’tan
bir kahve alarak karşıda bulunan Kennedy parkta huzuru buldum.Biraz da hostelin
çevresinde gezindim, çok hareketli bir yer ve gençliğin buluşma yeri gibi.Barlar
ve cafelerle dolu bir yer.Herkes yılbaşı çok yaklaştığı için kendini alışverişe
vermiş durumda.Öğlen iyi doyduğum için, sadece bir yerde meyve salatası
yiyerek, artık ayaklarım beni taşımakta zorluk çektiği için hostelime
döndüm.Yarın da başkentteyim ve deniz kıyısını, plajları ve kalan birkaç yeri gördükten sonra Lima’yla
işim biter.
21 Aralık 2012 Cuma
HUARAZ VE WARİ UYGARLIĞI
Sabah acelem olmadığı için keyifli kalktım ve dün gezerken
gördüğüm, meydana bakan bir cafe de kahvaltı yapmaya gittim.Yağmur hala
yağıyordu ve havanın pek açacağı da yoktu, bu nedenle buralarda kalmamın bir
anlamı yok diyerek kahvaltıya giderken akşam 10:30 ‘a Lima için biletimi de
aldım.Meydana bakan küçük bir cafede american kahvaltımı yaptım ve çantamı
toplamak için hostele döndüm.Çantamı toplayıp, hostelde bir yere akşam almak
üzere bıraktım.Daha sonra yağmur hafif durur gibi oldu.Bende akşama kadar vakit
geçmez diyerek, Lonely Planet’te okuduğum Wilcahuain anıtlarına gitmeye karar
verdim.Huaraz’a 1 saat mesafede olduğunu ve üstü kapalı gezme yerleri olduğunu
öğrenince hemen yola koyuldum.Oradan geçen minibüslerin kalktığı yere kadar
yürüdüm ve aynı bizde olduğu gibi kasabadan köylerine dönen köylülerle birlikte bir minibüse bindim.Saat 12:30 gibi birkaç köyden geçerek ören yerine vardık.Benden
başka buranın meraklısı yokmuş herhalde,kapıda ki memur bile yoktu.Burası da
Wari uygarlığına ait(ms.600-1000) bir arkeoloji alanı ve burada önemli kişileri
gömdükleri mezar anıtları var.Bu anıtlar 2 veya 3 katlı ve taş
yapılar,içlerinde birbirinden bağımsız bir sürü oda var.Ben gezerken hava da
açtı ve güneş yüzünü gösterdi.İki alan var, ikisini de gezdim ve saat 14:00
gibi geçen bir minibüse atlayarak Huaraz’a döndüm.Karnım acıktığı için bir
şeyler yedim ve büyük meydan da güneşin keyfini çıkardım.Öğleden sonra hostele
dönerek hem biraz Lima için çalıştım hem de maillerime bakıp, bu yazıyı biraz
erkende olsa yazdım.Zira akşam vaktim olmayacak, malum yolculuk var.Ama zaten
otobüs saatine kadar vakit geçirmeye çalışacağım, pek fazla yapılacak bir şey
yok.Sadece yola çıkmadan önce bir akşam yemeği ile karnımı doyururum o kadar.Akşam 22:30 da başkent Lima'ya gidiyorum,yolculuk yaklaşık 8 saat sürüyormuş.Korkarım otobüs terminalinde biraz vakit geçirmem gerekecek, çünkü sabahın yine erken saatlerinde oraya varacağım.
20/12/2012 Perşembe
20 Aralık 2012 Perşembe
HUAREZ'İ GÖRMEDEN VİLCACOCHA GÖLÜNÜ GÖRDÜM
8-9 saat beklediğim yolculuk 7 saat sürünce, sabahın köründe
saat 5 de Huarez’e vardım.Üstelik te bayağı soğuk, zira yine deniz seviyesinden
4000 metrelere çıktım.O saate hiçbir hostel beni kabul etmeyeceği için saat
7:30 a kadar terminalde bekledim.Sonra sırt çantamı yüklendim ve zaten ufak
olan bu kasabada ki hostelim Akilpa’ya gittim.Çok tatlı 2 çocuk beni karşıladı,
zayıf İngilizceleri ile bana odamı gösterdiler ve yapabileceğim yürüyüşleri
harita üzerinde anlattılar.Hemen bugün için bir tane 3-4 saatlik bir göl
yürüyüşü buldum bile.And Dağları aslında Peru’nunt bu bölgesinde çok yükseklik
kazanıyor.En meşhurları Huascaran(6768m) ve Paramount Picture’ın logosunda olan
Artesonraju(5999m.).Burası aslında bu dağlara çıkış için kullanılıyor.Tabii
bunun yanı sıra bir sürü yürüyüş rotaları var.Havanın güzel olduğu günler her
ikiside buradan görülebiliyormuş.Bu kadar bilgi yeter.Çantamı odama bıraktım ve
yakın bir yerde kahvaltımı yaptıktan sonra yollara düştüm.Zira hava güneşliydi
ve bu havayı bir daha bulamayabilirdim.Bir collectivo yani minibüse binerek
yarım saat mesafede ki Chiwipampa köyünde indim.Saat tam 10:30 da yürüyüşe bir
köprüyü geçerek başladım.Çok dik bir çıkış beni bekliyordu, çok kısa mesafede
1000m yükseldim.Yolda biraz köylü köpekler ile uğraştım ama kazasız belasız
atlattım.Santa Cruz denen bir köyde Willcacocha gölünü köylülere sordum ve
onların tarifi ile 2saate göle ulaştım.Gerçekten burada ki bu göller beni çok
etkiliyor.Ortasında sazlık olan, zümrüt yeşili bir göl ,içinde ördekler yüzüyor
ve etrafı yemyeşil çimenlik.Karşıda ise demin saydığım dağ silsilesi manzara
olarak duruyor.Daha ne olsun, büyülenmiş gibi bir saat kadar öylece çimenlere
uzanıp görüntünün keyfini çıkardım.Tam manzara resmi yap deseler bunu çizerdim.Sonra
aynı yoldan tabii daha kısa zamanda döndüm ve bir vasıtaya atlayarak hostele döndüğümde
saat tam2:30 du.Hostelin terasında dağ manzarasına karşı çok kirlenmiş olan
pantolonumu ve tişörtümü yıkadım.Tam ben bir yürüyüş yaptım ama yağmur yağmadı
derken, kara bulutlar bastırdı ve akşama kadar yağmur yağdı.Çamaşır sonrası
çocukların tavsiye ettiği bir vejetaryen restoranda öğlen yemeği yedim ve
yağmur yağdığı için gelip hostelde bir sıcak banyo yaptım.Daha sonra maillerime
baktım ve yazamadığım yazılarımı yazdım.Akşam 8 gibi bir de akşam yemeği yedim
ve yorgunluk çöktü.Ama yarın akşam otobüsü ile başkent Lima’ya gideceğim için
biraz derste çalışmam lazım.Bakalım uyku bastırmazsa çalışırım.Yarın akşama
kadar buralarda dolanacağım.
19/12/2012 Çarşamba
KÜÇÜKLÜĞÜMDE BEN DE KUMDAN KALELER YAPARDIM
Bugün Trujillo’da görmek istediğim 2 yer var:birincisi
Chan-chan, ikincisi ise Huaca del Sol ve Huaca del Luna.İkiside arkeolojik
yerler ve ikisi de Trujillo’ya 10 km. mesafede.Ben şehrin öbür tarafında yer
alan, daha yeni olan Muche uygarlığına, yani del Sol ve del Luna’ya önce
gitmeye karar verdim, zira chan-chan daha yakın.İki otobüs değiştirerek Huaca
del Sol açık hava müzesine geldim.Burayı rehbersiz gezdirmiyorlar ama rehberler
İngilizce bilmiyor.Neyse takıldık bir Peru’lu rehberin peşine,10 kişilik
karışık milletler topluluğu grubu olarak, kadının her dediğine evet
diyoruz.Şaka bir yana kadın anlamamız için yavaş ve düzgün konuştuğu için
söylediklerinin çoğunu anladım.Moche uygarlığı mö.800 yıllarında hüküm
sürmüş,yani Chan-Chan’dan(mö:1300) 700 yıl sonra.Ortada şehir, iki yanda ise 2
büyük piramit şeklinde mabet var.Biri del Sol diğeri de de la Luna.Tamamen
çamur tuğlalarla yapılmış.Açık hava müzesi gezisi yaklaşık 1.5 saat sürdü,
çıkışta bir de kapalı müze vardı, onu da gezdim.Orayı da bitirince tekrar aynı
minibüslerle tam öğlen sıcağında Chan-Chan’a ulaştım.Burası da Chimu uygarlığına
ait, büyük bir çamurdan kale görünümünde ve denize çok yakın.Bu kadar sene
nasıl bu kadar sağlam kalmışlar hayret.Burası da açık hava müzesi
şeklinde.İstersen rehber alabiliyorsun ama İspanyolca.Saat 15:30 gibi kültür
faaliyetlerimi bitirdim ve biraz da Trujillo’yu görmek istedim.Ayrıca akşam
için bilet almam gerekiyordu.Şehrin meydanlarını ve kiliselerini gezdim, sabit
pazarında da bir sandviç ile meyve suyu içtim.Huarez’e gidecek olan Movil Tur
otobüslerinin yerini öğrendim ve akşam saat 22:20 ye biletimi aldım.Bilet almak
için şehri bir baştan bir başa yürümek zorunda kaldım.İyi ki de kalmışım çünkü
yerel halkı bizim Mahmut paşa gibi bir yerden yılbaşı alışverişi yaparken yakaladım.Daha
sonra gün batımını kaçırmamak için hemen otobüsle Huanchaco’ya döndüm.Bu sefer
güneş daha değişik renk armonisi sergileyerek battı.Denize doğru uzun bir
iskelesi var ,insanlar balık tutuyorlar.Biraz balık tutanları seyrettim, biraz
da surf yapanları.Kendime buzlu bir de içecek ısmarladım ama ismini
bilmiyorum.Karsambaç gibi bir şey ama üstüne çeşitli meyve şerbetleri
koyuyorlar.19:00 gibi hostele gidip büyük sırt çantamı aldım ve orda bir de
yola çıkmadan önce akşam yemeğimi yedim.Daha sonra halk otobüsü ile Movil Turun
otogarına gittim ve yaklaşık 2 saat orada bekledim.Herkes telaş içinde yılbaşı
için bir yerlere gidiyordu. Yine çift katlı ve lüks bir otobüsle Huaraz’a doğru
8 saatlik bir yolculuğa çıktım.
18 Aralık 2012 Salı
HUANCHACO İLE MERHABA PERU
Akşam 7 gibi Vilcabamba’dan ayrıldım.Ancak otobüs
terminaline giderken yolda küçüklüğümden
beri görmeye hasret kaldığım ateş
böceklerini görmek beni çok heyecanlandırdı.Işıl ışıl ağaçların arasında
dolaşıyorlardı.Otobüs ile 21:00 gibi Loja’ya geldim, tabii 23:00 te ki otobüs
için saat biraz erkendi.Otogarda bir kahve içip Lonely Planet’ten Peru’yu
çalışmak için vaktim oldu.Bu arada hostelden ayrılmadan önce sağolsun Martin
bana biraz sınır geçişi ile bilgiler verdi ve Trujillo da değil 12km. yakınında
ki sahil kasabası Huanchaco’da kalmamı önerdi.Otobüs tam zamanında kalktı, otobüste
yabancı olarak bir tek ben, bir de yan koltukta turist olduğu belli olan bir
başka kız vardı.Gece saat 4:00 gibi sınıra geldik ve önce Ekvator çıkış damgası
vuruldu, yürüyerek bir köprü geçtik ve sonra da Peru giriş damgası vurdurduk.Topu
topu hepsi yarım saat içinde bitti.Yarı uyur yarı uyanık yolculuk devam ederken
saat 5 civarı otobüsün lastiği patladı ve 1 saat rötar yapmak zorunda kaldık.Ama
benim hiç kullanmadığım kafa feneri lastik değiştirirken çok işe yaradı.Sabah 8
civarında Piura’ da otobüsten indik.Peru’da her otobüs firmasını ayrı kalkış
noktası olduğunu Martin’den öğrenmiştim.Diğer turist kız şaşkın şaşkın
bakınırken ona Trujillo’ya gidiyorsa bana takılmasını söyledim.Meğer oda ekvator’da stajını tamamlamış ve tatile çıkan
Kanada’lı biri çıktı.Kız Çevre Mühendisliği bitirmiş ve ekvator’a staja
gelmiş.Neyse önce bir bankamatik bulup, biraz Peru parası yani Sol çektik(1
dolar=2.6 sol).Daha sonra Trujillo otobüsüne saat 9 için bilet aldık.Karnımız
aç olduğu için bardak portakal suyu ile peynirli bir sandviç yedik ve 9:00 da
tekrar bu sefer 6 saatlik Trujillo yolculuğu başladı.Fakat Peru’da otobüsler
çok konforlu,çift katlı ve koltuklar nerdeyse yatak oluyor.Binerken parmak
izimizi bile aldılar.Yolda kahvaltı ve yemek servisi bile vardı.Diğer kız da
ben de pek alışık olmadığımız için bayağı eğlendik bu durum karşısında.İlk Peru
görüntüleri doğrusu beni şok etti, zira uzun bir süre çöl gibi bir arazide
yolculuk yaptık.Sonra ben biraz uyumuşum.Öğlen yemek servisinde gözlerimi
açtığımda, bu sefer de kerpiçten evlerin olduğu bir yerden geçiyorduk.Sanki
bizim Anadolu da yolculuk yapıyormuşum gibi geldi.Saat 15:30 gibi Trujillo da
indik ve diğer kızla vedalaştık, o Lima’ya devam etti, ben ise yakın bir yerden
geçen Huanchaco otobüslerine bindim.Bu küçük sahil kasabasında My Friend adında
ki hostelde bir yer buldum ve yerleştim.Çantamı bıraktım ve doğru deniz
kenarına koştum.Çok geniş ve uzun bir kumsala sahip, kocaman dalgalar sahile
vuruyordu.Saat 17:00 de herkes hala denize giriyor ve surf yapıyordu.Sahilde bir sürü pelikan insanların yediklerine saldırıyordu.Bir de
herkesin sokaklarda yalınayak yürümesi beni biraz şaşırttı, ama burası bir
sahil kasbası sonucunda.Bir düşündüm de aslında bu benim ilk defa Pasifik Okyanusunu
görüşümdü, biraz heyecanlandım tabii.Huanchaco aslında hem surf yapanların hem de surf
öğrenmek isteyenlerin çok tercih ettiği bir yermiş.Benim bu saatten sonra
surfle işim olmaz.Ama akşam üstü müthiş bir gün batımını yakalayınca, iyi ki burada
kalmışım dedim ve hemen kendime bir bira ısmarladım.Tabii yine sayısız gün
batımı fotoğrafım oldu.Hemen bulduğum bir lokanta da vegetaryan bir yemek yedim
ve biraz kordon boyunda yürüyüş yaptım.Hava karamaya başladığı için Hostelime
dönüşe geçtim.Yarın buraların civarında gitmek istediğim iki yer var, oraları göreceğim,hem
de biraz dinlenirim.Belli mi olur belki surf dersi bilem alırım.
17/12/2012 Pazartesi
17 Aralık 2012 Pazartesi
ELVADA EKVADOR- ELDE VAR İKİ
Bu gün Ekvator’a veda ediyorum.Ne yapalım her güzelliğin bir
sonu var.Saat gece23:00 te Loja’dan 8 saatlik bir yolculukla sınırı geçip,
Puira’ya,oradan da 6 saatlik yolculukla, yani 15 saat sonra Peru’da ki ilk
yerim Trujillo’ya varmış olmayı ümit ediyorum.Sabah kahvaltımı yaptım ve hostel
hesabımı ödedikten sonra terasta kahvemi yudumlarken biraz Peru ile ilgili ders
çalıştım.Öğlen 13:00 gibi küçük sırt çantamı aldım ve kasabaya yürüdüm.Orada
bulunan Meyve Suyu Fabrikası(Juice factory) denen yeri merak ediyordum,bir
türlü kısmet olmamıştı.Neyse bu sefer açık buldum ve karışık bir taze meyve
suyu, yanında da Samosas denen bir şey yedim.Bu Samosas yulaftan yapılmış krep
gibi bir şeyin içine doldurulmuş sebzelerden oluşuyor.Ama lezzetliydi.Daha
sonra biraz merkez parkta oturdum.Etraf Amerikalı kaynıyordu.Hepsi buraya
yerleşmiş ve hiçbir iş yapmadan avarelik yapıyorlar,ben pek anlam veremedim.Bu
gün Pazar olduğu için biraz hareketliydi.Herkes bir şeyler satıyordu.Ama en
ilginci bir kenarda adamın biri bir masaj yatağında gelenlere masaj
yapıyordu.Epeyce adamı seyrettim, her yatanın orasını burasını kütürdetmekle meşguldü.Artık
gelince bende öğrendiğim hareketleri uygulayacak birilerini bulurum herhalde.Saat
16:00 gibi tekrar yürüyerek hostele döndüm.Akşam 15 saatlik uzun bir yolculuk
yapacağım için bir hamak buldum ve tembellik yaptım.Akşam 19:00 gibi buradan
bir otobüsle 1 saat mesafede ki Loja’ya gideceğim.Zira otobüs oradan
kalkıyor.Orada otogarda biraz fazla bekleyeceğim ama başka yolu yok.Bu nedenle
yazımı bugün biraz erken yazdım.Böylece ikinci ülkemi de burada bitiriyorum,
geleli 1 ay oldu.Zaman ne çabuk geçiyor.Ama burada bir slogan buldum kendime:
RELAX,ENJOY,FORGET TİME.Yani gevşe,tadını çıkar ve zamanı unut.Nasıl
ama!!!!!!!.Artık Peru’dan yazılara devam ederim, kısmetse……..
Ekvator’la ilgili izlenimlerime gelince:burası turizme daha
alışkın, dolayısı ile daha zengin bir ülke.Gerçi burada da sadece orta
bölgesini görebildim ama burada da tabiat ve doğa çok güzel.Ama Kolombiya’ya
göre daha organize, yani biraz daha turistik.Okyanus kıyılarında daha turistik
tatil yörelerinin olduğunu bir de tabii benim tercih etmediğim Galapagos
adalarının olduğunu unutmamak lazım.Ben tercihlerimden memnunum, gerisi
hikaye.İnsanlarına gelince, daha kısa bir ırk oldukları kesin.Genellikle mutlu
görünüyorlar ve turistlere daha alışkınlar.Herkes bir şeyler yapmaya, en
azından bir şeyler satmaya çalışıyor.Burada da mısır ve şeker kamışı üretimi
yaygın.Pazar günleri alkol tüketimi ve satışı her yerde yasak(bira bile),bana
biraz ilginç geldi.Gezdiğim yerlerde öyle pek fazla sanayi, yani büyük
fabrikalara filan rastlamadım.Ama petrol daha ucuz ve insanlar hafta sonları
yakın yerlere gezmeye gidiyorlar.Herhalde ekonomik durum bunda etkili.Sonuçta
keyifli bir ülke ve ben burayı gördüğüme memnunum.
16/12/2012 Pazar
16 Aralık 2012 Pazar
PODACARPUS MİLLİ PARKINDA YÜRÜYÜŞ
Sabah acele etmeden ve stressiz bir şekilde kalktım ve
kahvaltıya gittim.Bugün geziyi barda çalışan ve Hollanda’lı olan Martin
adında ki çocuk düzenlemişti.Saat 9:30 gibi hazır olmamı söyleyince gidip
çantamı hazırladım.Podacarpus milli parkına topu topu 3 kişi gelmeye karar
vermişti.Martin’in söylediğine göre gençler gece içkiyi fazla kaçırmışlar. İki
Amerikalı ben ve Martin bir pikap taksiye atladık ve 1 saat mesafede ki parkın
yolunu tuttuk.Giderken Laura adında ki kız ile Martin öne oturdular ben ve
diğer adını öğrenemediğim Amerikalı pikabın arkasına atladık.Hava şansımıza çok
güzeldi, bu Martin’in 4.cü gidişiymiş ama hiç böyle güzel havada gitmedim dedi.Saat
10:30 gibi yürüyüşe başladık.Martin 5km.lik ama 5 saatlik bir yürüyüş olacağını
ve başlangıçta biraz yokuş çıkacağımız bilgilerini verdi.Önde Martin, arkasında
ben, benim arkamda diğer Amerikalı ve en arkada da Laura dizildik.Gerçekten ilk
1.5 saat jangle içinden bayağı dik bir çıkışla başladı.Daha sonra ağaçlık
alandan çıktık ve nispeten daha az eğimli bir arazide 1 saat kadar daha
yürüdük.Sonunda gerçekten güzel görüntüler bizi bekliyordu.En yukarda yükseklik tahmini
2500m. filandı.Benim tanımadığım bir sürü bitki, çiçek ve ağaç vardı.Bu tür
yürüyüşleri yazması oldukça zor zira görüntüler pek kelimelere dökülemiyor.Arada
molalar vererek, fotoğraflar çekerek ve birbirimize sorular sorarak yürüyüşü
saat 15:00 gibi bitirdik.Ancak bizi getiren taksi bizi beklemediği için bir 8
km. de parkın girişine kadar yürümek zorunda kaldık.Orada Vilcabamba’ya giden
bir otobüse bindik ve saat 17:00 gibi kasabanın meydanına vardık.Ben oradan
yarın yapacağım Peru yolculuğu için biletimi aldım.Martin’in dediğine göre
bazen bilet bulunmuyormuş, işini garantiye almak için bence biletini buradan al
dedi.Bende Pazar akşamı Loja’ dan gece 23:00 e biletimi aldım.Hostele dönünce
güzel bir duş aldım ve biraz çamaşır yıkadım,ne de olsa yarın yeni bir ülkeye
geçiyorum.Biraz hamakta ayaklarımı dinlendirdim ve saat 19:30 gibi sabahtan
beri kahvaltıyla durduğum için heyecanla restorantta yerimi aldım.Yine
manzaraya karşı ve limonata gibi bir havada yemeğimi yedim.Bu arada Martin beni
akşam bara beklediğini söyledi.Yemekten sonra barda Martin’in hazırladığı,
adını bilemeyeceğim bir içkiyi götürünce, yorgunluk çöktü.Geziye katılan diğerleri
de geldi ve birazda orada muhabbet yaptık, ama herkesin yorgunluğu belli
oluyordu.Zavallı Martin için daha gece uzun süreceği için ben yatmaya gidiyorum
diyerek yatağımın yolunu tuttum.Yarın akşam 6 gibi buradan ayrılacağım ve 23:00
de ki otobüse binmek için 1 saatlik mesafede ki Loja’ya gideceğim.Otogarda
biraz vakit geçirmem gerekecek.Sonra bayağı uzun bir yolculuk yine beni bekliyor.Yani
yarın Ekvator’da ki son günüm.
15/12/2012 Cumartesi
15 Aralık 2012 Cumartesi
VİLCABAMBA VE IZHCAYLUMA HOSTEL
Sabah 8:00 de otogardan Loja otobüsüne bindim.Cuenca ile
Loja arası 4.5 saat sürdü.Loja aslında Ekvator’un en güneydeki şehri ve buradan
Peru’ya direk otobüsler kalkıyor.Ama ben onun 1.5 saat daha güneyinde ki
Vilcabamba kasabasını görmek istedim.Birçok kişi hem burada ki doğayı, hem de
kalacağım hostel olan Izhcayluma’yı çok övdüler.Doğa içinde çok sakin, bir sürü
yürüyüş rotaları olan bir yer olarak anlattılar.Aslında çalışırken benim de
aklıma takılmıştı.Saat 13:30 da kasabaya vardım.Karnım aç olduğu için zaten çok
küçük olan bu kasabanın meydanında bir lokantada karnımı doyurdum.Hostel,
kitapta kasaba meydanına 2km olarak belirtilmişti.Ben de sabahtan beri
oturduğumdan, bu kadarcık yolu taksiyle gitmeyip yürümeye karar verdim.Uzun
zamandır güneşe hasret kalmış biri olarak, güneşi görünce iştahım kabardı.Ancak
yol hem yokuş, hem de çok uzun geldi ve hostele vardığımda canım çıktı.Fakat
hostel gerçekten çok güzel bir mekanda ve bütün vadiye hakim bir
konumdaydı.Yemyeşil bahçe içinde, havuzu da olan çok hoş bir yerdi.İki alman
tarafından işletiliyor ve ismide Cechua’ca iki vadi arasında demekmiş. Hemen
odamı aldım ve hostelin seyir tepesinde dinlendim.Resepsiyondan aldığım yürüyüş
yolları ile ilgili haritaları inceledim.Daha sonra yürüyerek tekrar kasabanın
merkezine indim ve biraz keşif yaptım.Gerçekten çok küçük bir kasaba,15
dakikada bitiriverdim.Burada çok fazla, yaklaşık 1000 kadar yabancı yaşıyormuş.Etraf
emlakçı dolu.Güneş batmasına yakın bu sefer yemedi ve bir taksiye atlayarak
hostele döndüm.Akşam yemeğini hostelin manzaralı terasında yedim.Yemek sonrası
seyir terasında otururken hostelin alman sahiplerinden biri yanıma geldi ve
tanıştık.Bana burayı 13 yıl önce aldıklarını ve sıfırdan inşa ettiklerini filan
anlattı.Adam gençliğinde tam bir seyyahmış.Gençliğinde diyorum, zira şu an 40’larında
ama 13 yıldır buraya çakılmış ve biraz eski günleri özlemiş gibi gözüküyor.Bende
ona sınır geçişi hakkında biraz sorular sordum.Aslında niyetim yarın buradan
ayrılıp Loja’dan akşam otobüsü ile Peru’ya geçmekti.Fakat adam bana yarın sabah
buradan yakınlardaki Podocarpus milli Parkına ücretsiz bir gezi olduğunu ve
kaçırmamamı tavsiye edince, anında plan değişikliği yaptım ve yarında burada
kalmaya karar verdim.Gözünü seviyim özgürlüğün.Daha sonra bahçede ateş yaktık
ve sonradan gelen 2 Amerikalı ile birlikte dördümüz uzun süre muhabbet ettik.Bu seyahatte
öğrendiğim, herkesin anlatacak bir hikayesi olduğu.Saat 23:00 gibi ben izin isteyip odama çekildim, ne de olsa yarın
5-6 saatlik bir yürüyüş beni bekliyor.Gençlere ayak uydurmam lazım, onlara ayak
bağı olmak istemem.
14/12/2012 Cuma
14 Aralık 2012 Cuma
CAJAS'TAKİ YEDİ GÖLLER
Sabah kalkınca küçük sırt çantamı yürüyüş için hazırladım ve
3km. uzaklıkta ki otogara yürüyerek gittim.Oradan Cajas’tan geçen otobüslerden
birine atladım ve saat 10:00 gibi Cajas Milli Parkının girişinde indim.Bu park
Cuenca’nın 35km. güney-batısında (1 saat) ve Guayaquil yolu üzerinde, girişi
4.200m. yükseklikte. Milli park girişinde ki enformasyon ofisinden bir bayan
hemen bir harita verdi ve üzerinde yürüyüş rotalarını anlattı.En az 10 tane
rota var ve hepsinin zorluk dereceleri,mesafesi ve süresi belli.Ben 5 km.lik ve
5 saat sürmesi beklenen bir rotayı seçtim, orta zorluktaydı. Saat 16:00 dan
önce yürüyüşü bitirmek gerekiyormuş, zira o saaten sonra sis çöküyor ve görüş
kayboluyormuş.Adamlara hayran kalmamak elde değil, bizim daha on fırın ekmek
yememiz lazım.Biz hala 5 yıldızlı otellerle turizm yaptığımızı
zannediyoruz.Neyse saat 10:45 gibi yola çıktım.İrili ufaklı bir sürü göl ve gölcük
var.Biraz bizim 7 göllere benziyor ama çok yüksek olduğu için hiç ağaç yok ve 7
değil belki 17 göl var.Benim yürüyüş sırasında gördüğüm 20 göl vardı haritada
ise en az irili ufaklı 50-60 göl gözüküyor.Hava yürüyüşe başladığımda kapalı
ama yağmur yoktu.Nefis manzaralar ve bulut ormanları görüntüsünde fotoğraflar
çekerek yarı yola geldiğimde tabii yağmur başladı.Rain man dememişler bana
boşuna, ne zaman yürüyüşe çıksam yağmur hemen yanımda oluyor.Tamam yağmuru
seviyoruz ama bu kadarı da fazla galiba.Yağmura hiç aldırış etmeden inişli
çıkışlı yolda ilerledim.Belli yerlere Likya Yolunda olduğu gibi işaretler
koymuşlar ama her rotanın rengi farklı.Benim rotamın rengi tabii pembeydi.Sıçan
gibi ıslanmış olarak yürüyüşü bitirdiğimde saat 12:45 ti.Herifler her şeyi düşünmüş,
şöminesi yanan bir kafeterya bile yapmışlar,ister 3 ister 5 kişi yürüsün, her
zaman açık.Hemen kendimi oraya attım ve hem biraz kurudum,hem de sıcak bir
çorba ve kahve içerek ısındım.Yükseklik fazla olduğu için, yürürken fark
etmiyorsun ama durunca soğuğu hissediyorsun.Hele bir de benim gibi
ıslaksan.Kafeterya da 6 kişi daha vardı, onlar benden önce gelip yürüyüşlerini bitirmiş,
yemeklerini yiyorlardı.Tabii ki hepsi turist. Burada birde yatakhane gibi bir
yer yapmışlar, istersen gecede kalabiliyorsun.Yemekten sonra yola çıkıp geçen
bir araca otostop çektim ve bir kamyonla şehre geri döndüm,yağmurda benle
beraber.Kendimi hostele atıp biraz yağmurun dinmesini bekledim, hem de üstümü
değiştirdim.Yağmur durunca dünden aklımda kalan nehir kenarında ki yürüyüş yolunda
biraz daha yürüdüm.Sonra buranın en meşhur dondurmacısına gidip, kendime
mükafat olarak bir kahveyle beraber dondurmalı bir browni
ısmarladım.Göremediğim birkaç kilise ve meydanı da gezip saat 20:00 gibi Cafe
Austria da bir de yemek yedim.Ama hak etmiştim.Yarın buradan ayrılıp Ekvator’da
ki son durağım olan Vilcabamba’ya gideceğim.5 saatlik bir yol ama orası da
biraz Amazon havzasına yakın küçük bir yer, kalacağım hosteli (Hosteria
Izhcayluma) herkes çok anlattı, bakalım nasıl olacak.Şimdi sıcak bir banyo ve
arkasından deliksiz bir uyku beni bekliyor.
13/12/2012 Perşembe
13 Aralık 2012 Perşembe
DEVİL'S NOSE BENİM BURNUM KADAR HEYBETLİ
Sabah 8:00’de kalkacak olan tren için 7:00 kalktım ve bir
çörek ve kahve kahvaltısı sonrası yakın olan istasyona gittim. Meğer benden
daha heyecanlı olan turistler de varmış.İstasyona vardığımda 15 kişi filan
oradaydı.Çoğunluk turla sırf bu trene binmek için gelmiş,hepsinin yanında tur
rehberleri filan vardı.Tren tam 8:00 de kalktığında herhalde 30 kişi filan
vardık.Toplam yolculuk tahmini 2.5 saat filan sürecekti.Tren 15km. gidecek ve
15km. gelecekti. Ama aşağı yukarı bu iki istasyon arasında 800-900m irtifa
farkı vardı. Çok hoş bir vadinin kenarından 30 dk. filan gittik. Şansıma hava
dünün aksine günlük güneşlikti.Daha sonra çok dik bir yolu zig-zaglar yaparak
indik ve Sibambe denen istasyona vardık.Ama tren biraz daha ilerledi ve meşhur
Şeytan’ın Burnunu görmemiz için durdu.Trenden indik ve fotolar çekildi.Meğer
indiğimiz o dik tepenin adıymış Devil Nose.Benzemiyor da değil, iki tarafında
kayadan iki gözü ve ortada da sivri bir burun var gibi duruyor.Esas önemli olan
o tepeyi inerken tren yolunda bulunan zig-zaglar.Neyse tren tekrar istasyona
geldi ve bizi orada yerel kıyafetlerle dans eden gençler karşıladı.Bu
istasyonda tam 1 saat durduk.Bu sürede oradaki müzeyi gezdik ve fiyata dahil sandviçten
ve kahveden oluşan yemeğimizi yedik.Neyse ki trende hem İspanyolca hem İngilizce
konuşan bir rehber gerekli bilgileri veriyordu.Meğer bu yolun yapımında
yaklaşık 5000 kişi çalışmış.Ama 2500 kişisi dinamit patlatılması sırasında ki
kazalarda ve sıtma,tifo gibi hastalıklardan yol bitimine kadar ölmüş.Aslında bu
yol güneyde bulunan Cuenca ve Guayaquil şehirlerini Quito’ya bağlamak için 1850
ile 1910 yılları arasında yapılmış ama
daha sonra toprak kaymaları ve sel nedeniyle tahrip olmuş.Şimdilerde tekrar
hayata geçirmeye çalışıyorlar.Moladan sonra tekrar trene bindik ve aynı yolu
geri döndük.İstasyonda inince hostele gidip sırt çantamı aldım ve Cuenca yollarına
düştüm.4 saat süren bir yolculuk sonrası Cuenca’ya saat 15:00 gibi vardım ve
bir taksiye atlayarak hostelim olan Hogar Cuencano’ya yerleştim.Hemen çıkıp bir
şehir turu attım.Bu şehirde aslında 500.000 nüfusuyla Ekvador’un güneyinin
başkenti gibi.Bir düzlüğe kurulmuş ve yine çok güzel kolonyal binaları ve bir
sürü kilisesi var.Park ve plazalarını saymıyorum.Dar sokakları ve ortasından
geçen bir de nehir(Rio Tomebamba) var, Ekvador’un Quito ve Guayaquil’den sonra
3. Büyük şehri ve 2530 m. Yükseklikte kurulu.Sabahın aksine burada hafif bir
yağmur çiseliyordu.Olsun bana engel olamaz.Hemen hemen bütün önemli yerleri
gezdim, zira yarın için yakınlardaki Cajas milli parkına gitme planlarım
var.Akşamüstü en merkezi parkı olan Park Calderon’a bakan Raymipampa restoranda
yemeğimi de yedikten sonra yol üstündeki Kahve Ağacı adında ki bir cafe de bir
de kahve içerek günümü sonlandırdım.Şimdi hostele gidip dinlenme vakti.Yarın
gölleri ile meşhur Park Nacional Cajas’a
gidip biraz yürümek istiyorum.
12/12/2012 Çarşamba
12 Aralık 2012 Çarşamba
6310 m. CHİMBORAZO'DAYIM
Gece yatarken adam beni eker mi diye düşünmedim değil.Ama olsun
ben sözümde durayım da,olsun gelmesin,diyerek sabah yakındaki bir pastaneden
çöreğimi yedim ve saat 7:45 te hostelin önünde beklemeye başladım.Adamın adı Joel
ve tam 8 de kapıya geldi.Merhabalaştıktan sonra benim sırt çantasını bagaja
attık ve yola çıktık.Meğer adam hem rehberlik yapıyor hem de taksi şoförüymüş.Tarzanca
konuşmaya başladık.Bana yolda kahvaltı yapıp yapmadığımı sordu, bende belki
değişiklik olur diye yapmadım dedim.Hemen bir yerde kenara çekti ve sana
yöresel bir kahvaltı yaptırayım dedi.Mısırdan peynirli pişi gibi bir şeyle bir
bardak kahve içtik.Kahvaltı dediği buymuş meğer.Sonra yola devam ettik.Şehirden
Chimborazo volkanı 35 km. kadar, ama çıktıkça çıktık.Yolda bulutlar elverdikçe
resimler çektik.Hayatımda herhalde bu kadar yükseğe çıkmamıştım.4850 m de ki
ilk base kampa kadar toprak bir yoldan kıvrılarak çıktık.Burada bulunan dağ evinin
içini filan gezdik.Daha sonra biraz yürüyelim dedi ve 200 metre daha bu sefer
yürüyerek çıktık.Bu yükseklikte hareket etmek bile çok zor, insanın nefesi
kesiliyor.Etrafta hep mezar taşları vardı.Buraya tırmanmak isteyen o kadar çok
insan ölmüş ki,her taraf onların anısına dikili taşlarla doluydu.Chimborazo
bize bir türlü yüzünü göstermedi, hep bulutları arkasına saklandı.Ama yinede
çok muhteşem bir volkan.Biraz bizim Erciyesi andırıyor sanki.Biraz daha
oyalandıktan sonra dönüşe geçtik.Yolda bir çift bize el etti,adam bana alıyım
mı diye sorunca hemen al dedim.O anda inanılmaz, hatta imkansız bir şey
oldu.Binenlerden kız, Avustralyalı bana nereli olduğumu sorunca arkadan bir
çığlık koptu, meğer diğer çocuk Türk’müş.Adı Yusuf,İstanbul-Şişli denmiş.Four
Seasons ta çalışıyormuş, askerliği gelince arabasını filan satıp buralara 1
seneliğine gezmeye gelmiş.Tabii ikimizde şok olduk.Sohbet, muhabbet başlayınca
bizim rehber ve kız öylece kalakaldılar.Çocuk daha geleli 10 gün olmuş ve kızın
peşine takılıp gezmeye başlamış.Kız ise 1 senedir buralardaymış.Yani benim 3 ay
hiç bir şey değilmiş.Geldin mi böyle gelicen kardeşim.Sonra adam bizi otogarda
bıraktı ve vedalaştık.Onlar Banos’a gidiyorlarmış.Ben Alausi otobüsüne biletimi
aldım ve yola çıktım.Seyyahlık böyle bir şey herhalde: merhaba ve arkasından
güle güle.Yol 2 saat sürdü ve Alausi’ye saat 14:00 de vardım.Zaten çok küçük
bir kasaba, hemen hostelimi(hostel Europa)buldum ve yerleştim.Bir yerel
lokantada karnımı doyurduktan sonra, doğru tren garına gittim.Yarın sabah 8
için biletimi aldım.Bu arada her tarafı sis bastı,göz gözü görmüyor.Burası da
2350 m. Yükseklikte yine çanak gibi bir kasaba.Bir seyir yeri var oraya çıktım,
gerçekten avuç içi kadar bir yer.Hemen plazasını filan gezdim ve bir bar bulup kendime
yorgunluk birası ısmarladım.Saat 19:00 gibi de hostelime döndüm.Yarın Şeytanın
burnunu görmeye trenle gidiyorum, bakalım onun mu benim mi burnum daha büyük.
11/12/2012 Salı
RİOBAMBA BİNALARIN ÇOK GÜZEL
Sabah kalktığımda hala yağmur yağıyordu. Riobamba otobüsü
9:45’de olduğu için acele etmeme gerek yoktu.Çantamı topladım ve kahvaltıya
indim.Bu sefer kahvaltıda pancake,meyve ve kahve vardı.Hesabı ödedim ve yakın
olan otogara yürüyerek hafif çiseleyen yağmur altında yürüdüm.Riobamba, Banos’a
2 saatlik bir mesafede idi.Saat 12 gibi otobüsten indim ve bir taksiye binerek
burada ki hostelim Oasis’e gittim.Ortada güzel bir bahçesi vardı ve odalar onun
etrafını çevreliyordu.Tuvaleti olan bir odaya yerleştim.Çantamı bıraktığım gibi
kendimi sokaklara attım.Hostel şehir merkezine 5 blok uzaklıktaydı.Bana en
yakın olan Özgürlük parkına yürüdüm.Parkın bir kenarında çok heybetli bir
basalica vardı.Orada oturup biraz haritadan oryantasyonumu sağladım.Nerde ne
var,tespit ettikten sonra sırayla diğer meydanları gezmeye başladım.Yürürken
çok güzel binalar görünce hemen fotoğraflarını çektim.Şehir 180.000 nüfuslu ve
dümdüz bir yer,çok güzel eski taş binaları var.Esas parkı olan ve yönetim
binalarının da olduğu Maldonado parkına geldiğimde hummalı bir çalışma
yapıldığını gördüm.Zira yılbaşı geliyordu ve meydanların süslenmesi
gerekiyordu.Bütün ağaçlara ışıklar, süsler asılıyordu.Hava çok soğuk
değildi,ama benden başka kısa kollu gezen yoktu.Burası 2750 m. Yükseklikte bir
şehir.Yavaş yavaş buraya gelme sebebim olan Şeytanın Burnu(Devil’s Nose)
treninin istasyonuna yaklaşmıştım.Tren istasyonu çok hoş bir binaydı ve şehrin
tam ortasına yapılmıştı.Ancak içeri bilgi almak için girdiğimde biraz hüsrana
uğradım, çünkü tren yolunun buradan Alausi denen kasabaya kadar olan kısmı yağmur nedeniyle tahrip olmuştu.Bu
nedenle trene binmek için 2 saat uzaklıktaki Alausi’ye gitmem gerekiyordu.Olsun
trenin rotası,kalkış zamanı, fiyatı ve kaç saat sürdüğü hakkında gerekli
bilgileri almış oldum.Ancak yeni bir plan yapmam gerekiyordu.Tam bir şeyler
düşünürken, bir ekvatorlu yaklaştı ve bana sen dün Banos’taydın değil mi diye
sordu.Meğer beni kır saçlarımdan ve sakalımdan tanımış.O çok az İngilizce, ben
yarım yamalak İspanyolcamla anlaşmaya çalıştık.Bana burada ne yapacağımı filan
sordu, bende aslında trene binmek için geldiğimi ama buradan değil Alausi’den
binebileceğimi öğrendiğimi söyledim.Bana Alausi’ye nasıl gideceğimi, terminalin
yerini filan anlattı. Dünyanın en yüksek dağlarından olan Chimborazo volkanın
(6310m.) buraya çok yakın olduğunu okumuştum ama o kadarda değil demiştim kendi
kendime. Adam bana oraya gidip gitmeyeceğimi sorunca ben, tabiî ki hayır ben o
kadar fit değilim filan dedim.Adam istersem bir arkadaşının volkanın çıkış
noktasına kadar günlük turlar yaptığını söyledi.Kamyonetle base kampa kadar
çıkıp biraz fotoğraf filan çekersin, istersen de biraz yürüyüş yaparsın
dedi.Ama o yükseklikte yürümenin zor
olduğunu biliyordum.Bazı göller olduğunu ve base kampa kadar gidilebildiğini
söyleyince biraz kanım kaynadı ve pazarlık yaptım.Yarın saat 8 de beni
hostelden alacak ve 5 saatlik bu turu yaptıktan sonra beni otogara
bırakacaklar.Oradan da otobüsle 4 saatlik mesafedeki Alausi’ye gidebilecektim.Bu
kadar yüseklikteki bu dağın dibine kadar gelip bu fırsatı kaçırmak
istemedim.Hadi hayırlısı, blogumun adına yaraşır bir özgürlük hareketi
yaptım.Daha sonra karnım acıkmıştı ve daha öncede yazdığım gibi buradaki sabit
pazarı(Mercado Merced)buldum ve tamda düşündüğüm gibi halk tipi bir yemek
yedim.Hava yavaş yavaş bozmaya başlayınca hostele gitme vaktinin geldiğini
anladım.Yolda bir külah da dondurma ısmarladım kendime.Saat 18:00 gibi hostele
geldim ve kendime bir çay yaparak biraz dinlenmeye çekildim.Bakalım yarın
dünyanın merkezine en uzak olan bu dağa ne kadar yaklaşabileceğim.Adam resmen
kanıma girdi.
10 Aralık 2012 Pazartesi
BANOS'TA YAĞMURLU BİR PAZAR
Çok gelmiş bu kadar yürümek, deliksiz 10 saat uyumuşum.Saat 8:30
da kahvaltıya indim.Bugün havanın hiç tadı yok, kapalı ve yağışlı.Ne yapalım
her gün güneşli olacak hali yok.Yağmur biraz durur gibi olunca çıktım
yollara.Öncelikle bugün bildiğimiz pazarıymış Banos’un.Hemen o tarafa yollanıp,
bunlar ne yer, ne içerler bir bakıyım dedim.Pazarda yok yok,aynı bizim Beykoz pazarı
gibi.Aynen bizde ki gibi soğan patates bölümü,sebze bölümü, meyve bölümü ayrı
ayrı.Hatta balık bile satıyorlar.Bezelye,bakla,brokoli,domates,biber,soğan,patates,yeşillikler
seçebildiklerim.Daha bir sürü sebze ve meyve var ama adlarını bilmiyorum.Bayağı
kalabalıktı,herkes haftalık sebze ve meyvesini alıyordu.Şöyle tezgahların
arasında bir turladım ve çıktım.Daha sonra yürürken sabit Pazar gibi bir yere
rastladım.İçerisi tıklım tıklım,millet saat sabahın 10:30 da yemek yiyor.Her
yerde ocaklar kurulmuş,yemekler pişiyor.Önlerinde de küçük masa ve
sandalyelerde insanlar yemeklerini yiyordu.Ben yeni kahvaltıdan kalktığım için
sadece bakındım.Ama bir meyve suyu sıkan yerin önünden geçerken dayanamadım.Yap
şuradan karışık bir meyve suyu dedim.Kadın ne kadar meyve varsa blendıra attı,süt,bal
filan da koydu ve karıştırdı.Koca 2 bardak karışık meyve suyunu mideye
indirdim.Akşama kadar başka bir şey yemesem olur.Öğlene doğru buradan akan
Pastaza nehri ve üzerinde bulunan San Fransisco köprüsünü görmeye gittim. Bugün
Pazar olduğu için herkes kaplıcalara geliyordu, bende o tarafa doğru yürüdüm ve
Hayat Suyu dedikleri herkesin şişe şişe suyundan doldurduğu, bizim eski Çene
suyu gibi bir yere rastladım. Etraftan herkes otobüslerle buraya şifa bulmaya
gelmişti.Ben tam oradan çıkmıştım ki yağmur başladı, bende biraz dinlenmek için
yakın olan hostele attım kendimi.Biraz maillerime filan
baktım,oyalandım.Öğlenden sonra yağmur mola verince yine yollara düştüm, ama bu
sefer o plaza senin bu plaza benim keyif yaptım.Çoluğunu çocuğunu kapan parklara
doluşmuş, Pazar gezintisi yapıyorlardı.Yakınlardan bir yerden sesler,
bağırışlar duyunca o tarafa doğru yürüdüm, bu küçücük kasabada bile kapalı bir
salon vardı ve basketbol maçı yapıyorlardı.Kaçırır mıyım, hemen yakınlardan bir
dilim pizza kaptım ve biraz oturup maç seyrettim.Basketbol beni burada da
bulmuştu.İnanılır gibi değil ama iki tane kız basketbol takımı bile vardı bu
küçük kasabanın.Hava kararmaya başlayınca, kasabada bir ufak veda turu daha
attım ve hostelimin yolunu tuttum.Yarın Riobamba’ya gideceğim ama acelem yok,
iki saatlik bir yol.
9/12/2012 Pazar
9 Aralık 2012 Pazar
BANOS, İSPANYOLCA TUVALET DEMEK
Saati 3:00 e kurmuştum, gayette rahat kalktım zira 9:30 da
yatmıştım.Zorlu yürüyüş sonrası yorulmuş olmalıyım ki,hemen
uyumuşum.Kalktığımda her yer karanlıktı,akşamdan hazırladığım çantamı kaptım ve
hostele 1 km uzaklıktaki meydandan kalkacak olduğu söylenen otobüsün yolunu
tuttum.Tabii o saatte herkes uykudaydı, ama köpekler meğer beni
bekliyormuş.Hepsi şöyle bir hırlayıp, havladıktan sonra bendeki pozitif
enerjiyi(sabahın o saatinde nasıl oluyorsa)görünce tekrar yerlerine
döndüler.Gerçekten meydana varınca o saatte o kadar insanı orada bulacağımı
düşünmemiştim.En az 15 kişi vardı, otobüs kornalar çalarak zaten herkesi
uyandırıyormuş, ben saati boşuna kurmuşum.Saat 3:30 da kalktık.Aynı bizim köy
otobüsleri gibi bir yerleşime gelmeden var gücüyle kornalar çalınıyor ve
otobüse binecekler hemen yola çıkıyor.Böylece çok fazla gitmeden otobüs tıklım
tıklım doldu.Birde her binen kadının sırtında bir çocuk bağlı ve elinde de bir
kocaman çuval.Meğer bunlar yol üstünde bulunan Zumbahua adında ki bir kasabada
kurulacak olan cumartesi pazarına giderlermiş.Herhalde kendi ördükleri veya
yaptıklarını satmak için.Ben ise bagaja vermediğim kocaman sırt çantamla en
arka beşli koltukta bir köşeye sıkışmak durumunda kaldım.Oysa uykuma otobüste
devam etmeyi düşünmüştüm ama ne mümkün.Böyle zorlu bir 3 saat yolculuk sonrası
Lacatunca otogarına 6:30-7 arası vardık.Oradan Banos’a direk otobüs olmadığı
için önce Ambato denen bir yere 1 saatlik bir otobüs yolculuğu arkasından da
oradan Banos’a 1:30 saatlik bir yolculukla saat 10:00 gibi aç ve uykusuz bir
halde Banos’a vardım.Hemen daha önceden çalıştığım için 2 İsrail’linin
çalıştırdığı Hostal Transilvania’ya yerleştim.Uykuyu unuttum ama karnım zil
çalıyordu.Hemen Rico Pan denilen çok hoş bir yerde mükellef bir kahvaltı yaptım
ve kendime geldim.Banos, etrafı yemyeşil dağlarla çevrili bir çanak içine
yerleşmiş.Zaten burası Adventure sporları ve termal kaplıcaları ile ünlü ve
Quito’ya 3.5 saat uzaklıkta bir sayfiye yeri.Ne ararsanız var: rafting,yürüyüş
parkurları,dağ bisikleti,atv ile geziler,tırmanma,köprüden atlama ve volkan
turları. Ben yine oryantasyonumu sağlamak için, birde dün uzun bir yürüyüş
yaptığım için seyir tepesi gibi yere çıkıp, kasabayı yukardan seyretmek
istedim. Oraya vardığımda hostelden aldığım haritaya baktım ve dağı yatay
olarak geçen bir yürüyüş parkuru olduğunu fark ettim.Fark etmeseymişim keşke
ama olacağı varmış.Adamlar haritada ne saat ne de mesafe belirtmedikleri için,
benim küçük yürüyüş 5 saatlik zorlu bir yürüyüşe dönüştü.Birde üstelik yolun
yarısında şiddetli bir yağmur işin tuzu biberi oldu.Bereket yağmurda yürümeyi
severim.Mis gibi toprak kokusu ile birlikte sıçan gibi ıslandım ama yine değdi
doğrusu.Sis filan indi ve müthiş görüntüler oluştu.Böylece 2 günde 1 senede
yürümediğim kadar yürümüş oldum.Kasabaya geri indiğimde saat 16:00 olmuştu ve
yağmur hala yağıyordu.Bir şeyler atıştırdım ve hostelin yolunu tuttum.Sıcak bir
banyo ve güzel bir uyku paklar ancak beni.Neyse ki yarın yol filan yok,zaten Pazar
ve keyif günü.
ZORDU AMA GÖRÜLESİ QUİLOTOA GÖLÜ
Sabah 7:00 kalktığımda dışarıda çok güzel ve güneşli bir gün
başlamıştı bile.7:30 da kahvaltımı yaptım ve yürüyüş için çantamı hazırlamaya
koyuldum.Bu arada Danimarkalı kızda kalkmış ve kahvaltısını yapmıştı.Ödemesini
yapınca gidebileceğimizi söylediğinde hafif bir şok geçirdim.Zira o esas
çantasını Lacatunca da bırakarak gelmiş ve gölün oradaki bir yerde kalmayı
planlamış.Yani giderken beraber gidiceğiz ama dönüşte tek başıma
dönecektim.Benim aynı şeyi o kocaman sırt çantamla yapmam mümkün değildi.Neyse
olur böyle şeyler dedim ve saat 8:30 da yola çıktık.Bir gece önceden hostel
sahibinden biraz bilgi almıştık ama adam beni o yolu gidip tekrar aynı gün
döneceğime pek inanmış gözükmüyordu.Gerçi bende öyle düşünüyordum.Ama en kötü
ihtimalle 25 dolar verir gölün oradan bir pikaba atlar dönerim diye düşündüm.Neyse
konuşa konuşa yürüyüşe başladık.Bende acaba kızın hızını kesermiyim endişesi
vardı ama yola çıkınca benim kondüsyonumun ondan daha iyi olduğunu
anladım.Tabii Danimarka’da nerde dağı bulacakta yürüyüş yapacaktı.Çok güzel bir
doğa içinde, inişli çıkışlı(tabii biz kratere doğru gittiğimiz için çıkış biraz
daha fazla)bir patikada yol aldık.Tahminlerin öncesinde galiba 5 saatlik yolu
daha kısa zamanda gideceğe benziyorduk.Öyle de oldu ve biz saat tam 12 de
heyecanlı bir tümsek çıkışı sonrası gölü gördük.O anda gerçekten insan kendini
iyi hissediyor.Bir de o müthiş masmavi göl manzarasını karşında tabak gibi
görünce bir ole çektik tabii.Kraterin etrafında biraz yürüdükten sonra ben
sisin geldiğini görünce, artık ayrılma vaktinin geldiğini söyleyip Danimarka’lıyla
vedalaştık.Ben dönüşte biraz daha keyif yaptım ve fotoğraf çektim.Dönüş yolu
çoğunlukla iniş olduğu için daha kısa sürmesini bekliyordum.Saat 13:30 gibi
kraterin oradan dönüşe geçtim ve eğlene eğlene saat 16:00 da hostele
varmıştım.Ancak dönüş yolunda etrafımı bayağı bir sis bastı.Neyse ki yolumu
karıştırmadım ve sağ salim vardım.Hemen bir sıcak duş aldım ve soğuk bir bira
içtim.Bu arada hostele 3 yeni (2 Amaerikalı Oregondan ve 1 Avusturyalı)kişi
gelmişti.Onlarla biraz konuştuk filan, tabii onlara biraz hava attım.Hem hostel
sahibi hem de onlar bu kadar zamanda o
yolu yaptığıma inanamadılar.Eski ayakizleri tayfasından olduğumu bilmiyorlar ki.Saat
19:00 da köpekler gibi acıkmış olarak akşam yemeğine oturdum.Neyse ki yine
güzel ve sıcak bir çorba ve doyurucu bir vegetaryan tabağı açlığımı giderdi.Bu
kasabadan Lacatunca’ya günde sadece bir otobüs kalkıyor ve oda gece saat 03:30
da.Bu nedenle hostel hesabımı önceden ödedim ve epeyce yorulmuş olan o zavallı
ayaklarımı dinlendirmek için erkenden yatıyorum.Yarın adventure sporları ile
ünlü Banos’a gidiyorum.Hadi hayırlısı…..Bugün Cuma namazını da kaçırdık
zaten!!!!
BİR BİLİNMEZ CHUGCHİLAN
EKVATOR ÇİZGİSİNDEYİM
Bugün dünyanın merkezine seyahat var.Saat 7:30 gibi kalktım
ve buranın meyve suları ve meyve salatası meşhur olan bir yerinde meyve
salatası ile sağlıklı bir kahvaltı yaptım.İçinde ananas,muz,papaya,çilek ve
adını hala öğrenemediğim bir sürü meyve.Güne bundan iyi bir başlangıç
yapılamazdı.Daha sonra yakın olan otobüs terminalinden iki aktarma ile meşhur
Mitad del Munda’ya, yani ekvator çizgisinin geçtiği yere vardım.Aslında birkaç
ülkeden daha geçiyor bu çizgi ama niçin burası meşhur olmuş onu
anlayamadım.Mesela Kolombiya’dan da geçiyor ama onlar satmayı akıl edememişler
anlaşılan.Hiç özelliği olmayan bir yerde bir taş dikip, bir de çizgi çizmişler
olmuş bitmiş.İçinde çok güzel bir böcek müzesi vardı o bayağı ilgimi çekti.Zira
tropikal bölgelerdeki böceklerden örnekler görebiliyorsunuz.Gerçi böcek demeye
dilim varmaz çünkü hepsi elim büyüklüğünde.Bir kelebekler var, avucumdan
büyük.Bunları gördükten sonra Amazonlara gitmeyi bir daha düşüneceğim.Sarı bir
çizgiyle ekvator çizgisini belirlemişler ve birde anıt dikmişler.Anıtın
yukarısına çıkıp etrafı seyredebiliyorsunuz.Anıtın içinde bir de Ekvator’da ki
günlük yaşam,ülkedeki yerli halklar ve onların yaşam biçimlerini anlatan bir
müze bulunuyor.Birazda turistik eşya satan dükkanlar, yiyecek ve içecek yerleri
mevcut.Saat yarım gibi oradan ayrıldım ve şehre geri döndüm.Karnım çok acıktığı
için Grand Plaza yakınlarında kurulu olan ve yerel yiyeceklerin satıldığı
yerden bir şeyler yemeğe karar verdim.Galiba bu gün yaramazlık günüm.Adını
duymadığım,bilmediğim bir sürü şeyi bugün denedim.Tabii et ve tavuk hariç.Daha
sonra bizim lokma tatlısına benzer bir hamur işi yedim.Üstüne de bir sokak
dondurmacısından dondurma yiyince tam oldu.İnşallah mideyi bozmam.Daha sonra sokaklarda
biraz sürttüm ve sevdiğim yerlerde biraz keyif yaptım.Akşam üstü Grand Plaza da
bir hazırlıklar dikkatimi çekti ama ne olduğunu anlayamadım.Saat 6 gibi her
tarafı polisler ve askerler doldurdu.Meğer akşam ki konseri Ekvator Devlet
başkanı da izlemeye gelecekmiş.Daha adını bile bilmiyorum ama adamcağız 3 metre
yanımdan geçti.Halk anladığım kadarı ile onu çok seviyor,çünkü müthiş ilgi
gösterdiler ve tezarruhat yaptılar.Onula birlikte sayın eşleri ve Quito
belediye başkanı bir kortej halinde halkın arasından geçerek konseri
izlediler.Aklıma hemen bizim Tayyip geldi.Bazı yönlerimiz hala çok geri diye
düşündüm.Biraz konseri dinledim ve Hostelime geri döndüm.Bu arada devlet
başkanı hem eşiyle dans etti, hem de bütün şarkılara eşlik etti,sevimli biri
kerata.Dönüş yolunda koca bir bardak portakal suyunu da götürmüşüm akşam yemeği
niyetine.Ben bu satırları yazarken konserin sesleri buralara kadar
geliyor.Elvada Quito, yarın Lacacunga’ya gidiyorum.Şehirler beni yoruyor.
6 Aralık 2012 Perşembe
BAŞKENT QUİTO
Quito’ya çok erken gitmenin bir anlamı yok, zira hostele
12:00 den önce almazlar diye düşünerek, bu sabah 8:00 de kalktım.Hostelin
kahvaltısını yaptım ve keyif çayımı içtim.Saat 9:00 da Quito otobüsüne
bindim.Kuzey terminaline 11:30 indim.Hemen bir taksiye binmek istedim ama
hostelimin olduğu Old Town a 10 dolar istediler.Oysaki kitapta 5-6 dolar
yazıyordu.Al takke ver külah pazarlık yaptım ve 7 dolara bir taksi
buldum.Aslında araştırmalarım sonucu Quito da güzel bir hostel bulamamıştım,ama
seyyahlardan biri Hotel Flores diye bir yeri tavsiye edince orada kalmaya karar
verdim.Gerçi pek bir yerlerde adı geçmiyor ama ön sezilerim beni bu hostele
gönderdi.Taksi şöförü bile yerini bilmiyordu.Zor bela sora sora hosteli buldum
ve tek kişilik,içinde tuvalet ve banyosu olan odama yerleştim.Gerçekten hostel
Old Town’un merkezinde bir yerlerdeydi ve kimseler yoktu, benden
gayrı.Resepsiyonda ki çocuk hiç İngilizce bilmiyordu, bana sadece information
ofisinin yerini söyleyebildi.Bana yeter.Oraya gittim ve hemen şehrin bir
haritasını aldım.Zaten bir gece evvel çalışmıştım,hemen oryantasyonu sağlayıp,
başladım keşfe.Tabii öncelik benim hastalığım olan plazalarda.Quito da
kuzey-güney doğrultusunda bir vadiye uzanan bir şehir.Kuzeyinde yeni şehir dedikleri
ve çok meşhur Marazcal denen eğlence yerleri ve gençliğin takıldığı bir bölge
var,çok gürültülü ve pek tekin olmadığı söyleniyor.Ortasında Old Town ve
güneyinde de iş merkezleri ve gecekondu bölgesi.Tabii şehrin kalbi Old Town da
atıyor.Burası ile yeni şehir arası 30 dk.lık yürüme mesafesi.Old Town da 3
tane(Grand plaza,San Fransisco Plaza,San Domingo plaza)plaza var.Bayağı bir
kilise ve müze ile dolu.Öncelikle Grand plaza’ya gittim, yakınında bulunan
Centro Cultural Metropolitano’yu dolaştım.İçinde bir sürü sanat galerisi
vardı.Tablolara bakındım durdum,neyse ki birde fotoğraf sergisi vardı.Oradan
çıkışta müthiş bir yağmur başladı ama kısa sürdü.Daha sonra San Francisco
meydanı ve en son olarak da San Domingo
meydanını gezdim.Karnım acıkmıştı, oturup bir şeyler yedim ve 30 dk.lık
yürüyüşle yeni şehre geçtim.Fakat yolda çok güzel bir kilisenin olduğunu
görünce bir bakıyım dedim.Meğer burası çok meşhur Basalica del Voto
National’mış.Gerçekten çok heybetli bir yapı.Kilisenin iki yanında 117 metre
yüksekliğinde iki saat kulesi var ve vitrayları görülmeye değer.İsterseniz bu
saat kulelerine çıkabiliyorsunuz.Tabii benden kaçar mı, şeytan azapta gerek.Ama
yukardan bütün Quito’yu görebileceğimi düşünerek,tabana kuvvet bir hızla çıktım
bilmem kaç merdiveni.Yükseklik korkusu olanlara hiç tavsiye etmem, merdivenleri
çıkarken benim bile yüreğim kalktı.Ama yukarıda çok güzel bir manzara beni
bekliyordu.Hemen fotolar alındı ve aynı hızla inildi.Yeni şehirde çok güzel ve büyük parklar var.Hava açmıştı ve en büyüğü
olan Park Ejido da çimlere uzanıp keyif yapma zamanı gelmişti.Kendime güzel bir
bardak Papaya ,Mango karışımı meyve suyu ısmarladım ve etrafı seyre
daldım.Kimisi lobutlarla bir şeyler yapıyordu,kimisi de benim gibi çimlere
uzanıp siesta yapıyordu.Ama ilginç iki şey gördüm.Birincisi yaşlı amcalar
ayakta toplanmış ve yüksek bir masada kağıt oynuyorlardı, diğeri ise parkta
bulunan bir voleybol sahasında parasına voleybol maçı yapanları seyretmek
ilginçti.Biraz dolaşınca bir köşede de rock konseri dinledim.Hava kararmadan
inime gitmem gerek diye düşünerek yavaş yavaş hostelin yolunu tuttum.Tam Plaza
Grande ‘ye gelmiştim ki meğer orada da bando eşliğinde folklorik gösterilere
rastladım.Yaklaşık 2 saatte onları seyrettim ve hem fotoğraf, hem de video
çektim.Köşede ki meşhur bir sandviççi den de
kaşarlı,domatesli ve yeşil salatalı bir sandviç yaptırdım.Karnımı da
doyurunca artık hostele gitme vakti gelmişti, zira ayaklarım hafiften ağrımaya
başlamıştı.Yarın dünyanın ortasına gidiyorum,yani ekvator çizgisine.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)