29 Ocak 2013 Salı

CENNETTE TREKKİNG

Dün gece dersime iyi çalıştım ve sabah hostelde kahvaltımı(reçel,yağ,kahve) yaptıktan sonra otobüs durağına gittim.Daha odamda kimse kalkmamıştı ben yollara düştüğümde.Burada yerel otobüsler için ya kart almak gerekiyor ya da ana duraktan bilet.Ben az kullanacağım için kart parasıödemek istemedim ve gidiş-dönüş LLAO-LLAO Milli parkına bilet aldım.Kasabanın merkezine yaklaşık 27 km.Bu güzergahta durakların adı yok, metre ile ölçerek her km. de tabela dikmişler.Ben de 27.ci km. tabelasında herkes indiği için indim.Puerto Panuelo diye bir yer çıktı.Meğer buradan yakın adalara deniz otobüsü ile turlar kalkıyormuş.Herkesin bileti olduğu için binerek gittiler.Bende haritama bakarak, saat 10:00 gibi yürüyüşe başladım.Göl, buralarda bir sürü girinti ve çıkıntı yaparak, koylar oluşturmuş.Bu koyların bazılarında bulunan plajlarda, halk otobüslerle yada kendi araçları ile gelerek göle giriyorlar.Ağaçlarda denize kadar iniyor.Renkler ve doğa, sabah sabah beni yine mest etti.Burada da göl kenarında çok güzel ve lüks villalar ve butik oteller yapmışlar.Yani zenginler göl kıyılarını her zaman olduğu gibi parsellemişler.Ağaçlar arasından ve bir golf sahası yanından geçerek, yürüyüşe devam ettim.Bir koyda bende botlarımı çıkararak ayaklarımı gölde dinlendirdim.Hava da çok güzeldi ve hafif bir serinlik vardı, tam yürüyüş havası.Ancak benden başka yürüyen yoktu.Aslında burada bisiklet kiralayarak ta gezebiliyorsun, ama ben yürümeyi tercih ettim.Yaklaşık 10 km. bu güzel ortamda yürüdükten ve fotoğraflar çektikten sonra Campanario tepesi diye bir yer geldim.Burada bir teleferik çalışıyordu ve yukarı tepeye çıkıyordu.Hemen bir bilet alarak telesiyeje atladım ve ağaçlar arasından bu tepeye çıktım.Manzara 360 derece, büyüleyici bir görüntü vardı.Tam öğlen saati olduğu için güneş ışıkları fotoğraf için uygun değildi ama buna rağmen 2 saat kadar burada vakit geçirmişim.Tabii bu arada dün akşamdan hazırladığım sandviçimi bir içecek alarak yedim.Böylece karnımı da doyurmuş oldum.Saat 2:30 gibi yine telesiyeje binerek, aşağıya indim.Durakta bir 15dk. bekledikten sonra gelen otobüse binerek, otogara kadar gittim.Zira buralardan aşağıda, patagonya da Chalten denen kasabaya otobüs olup olmadığını öğrenmek istedim.Yokmuş, böylece bir tek Chalten Turizm’in 1 gece yolda bir hostelde yatırdığı ve 40 saat süren otobüsüne kaldım.Kasabaya dönünce bu acenteye uğradım ve bilgi aldım.Sadece tek sayılı günlerde otobüs varmış.Böylece yarın (29/1/2013)gitmem farz oldu.Sabah 6:30 da kalkıyor ve arada Puerto Moreno denen küçük bir kasabada bir hostelde yatırıp, sabah tekrar yola devam ve ertesi gün akşam saat 23:00 gibi Chalten’e varıyor.Kararımı hemen verdim ve yarın için biletimi aldım.Özgürlüğün faydaları.Sonra bir marketten biraz salata ve ravioli olarak hostele dönerek yemek yaptım.Dışarıda kuru yemekten bıktım, bir de yemek yapmayı özlediğim için bir yeşil salata ve ıspanaklı ravioli yaparak kendime ziyafet çektim.Yemekten sonra göle karşı, yeşil çimenlerin üzerinde biraz güneşlendim.Hava kararınca, hostele dönerek dün beceremediğim internete bağlanmayı başardım.Böylece tekrar yazılarımı bloguma koyma şansım oldu.Zaten önümüzdeki 3 gün yollarda olacağım için pek yazma fırsatım olamayacak.Artık uzun patagonya yolculuğu sonrası görüşürüz.

28/1/2013 Pazartesi
 
 

 
 
 
 

GÜNEY AMERİKANIN İSVİÇRESİ BARİLOCHE

 
Sabah 8:30’ a biletim olduğu için hostel sahibesinden rica ettim ve kahvaltımı saat 7:00 de aldım.Yine o güzel kahvaltı vardı.Sırt çantamıyüklendim ve saat 8:00’de otogarda oldum.Otobüste tam saatinde kalktı ve 7 saat sürmesi beklenen Bariloche yolculuğu başladı.Yaşlandım mı ne, eskiden yolda hiç uyuyamazdım.Herhalde bu kadar yolculuktan sonra, alıştım tabii.Otogardan Şili sınırına kadar deliksiz uyumuşum.Yarım saat kadar süren sınır işlemleri sonrasısaat 12:30 da Arjantin’e girdim.Ancak Arjantin sınır kapısı ile 1 saat kadar daha yol aldıktan sonra karşılaştık ,yani arada epey bir mesafe var.Ama tam Andes dağlarının üzerinde.Batı yamacında Şili, doğu yamacında ise Arjantin sınırı var.Arada da 1 saat kadar And dağlarını geçiyorsun.Söylememe gerek yok, manzara muhteşemdi.Böylece gezimde ki son ülke olan Arjantin’e saat 13:30 gibi giriş yapabildim.O sınırda da işlemler bir yarım saat sürdü.Sınırdan Bariloche ise 2 saat sürdü.Sağlı sollu göller ve dağlar arasından geçtik.Otogardan merkeze yürüyerek gittim.İlk hostelimde yine yer yoktu, ancak resepsiyonda ki kadın beni hemen yakında ki başka bir hostele (Condor de los Andes) yönlendirdi.Tam merkezde ki parka bakan bir hostelde 5 kişilik bir odada 5.ci kişi olarak üst ranzada yerimi aldım.Çantamı bırakarak yakınlarda ki information office’den bir harita edindim ve Küçük Daire(Circuito Chico) adıyla bir yürüyüş rotası hakkında bilgi aldım.Daha sonra kasabada biraz yürüyerek çevremizi tanıyalım yaptım.Kasaba Nahuel Huapi gölünün yanında kurulu ve burasıiçin güney amerikanın İsviçre’si diyorlar.Mağazalara bakılırsa bu tanım doğrulanıyor.Yarın bir de doğasını görelim bakalım.Ama çok turistik olduğu kesin.Böyle yerler beni biraz sıkıyor doğrusu.Zira her şey alışveriş üzerine kurulu.Bir de bu kasabada kocaman çikolata dükkanları dikkatimi çekti.Herkes ellerinde bu dükkanlardan aldıkları hediye çikolata torbaları ile dolaşıyor.Ben ise sadece tadabilirim.Güneş battıktan sonra, sokaklar daha da kalabalıklaştı.Ben de bir markete girerek biraz alışveriş yaptım ve hostelime döndüm.Ne yazık ki Wi-Fi var ama, ben nedense bir türlü bağlanamadım.Kısmet, belki yarın becerebilirim.Yol beni yormuş, hadi iyi geceler……

27/1/2013 Pazar
 
 
 
 
 
 
 
 

 

27 Ocak 2013 Pazar

VEDA VE CHİLOE ADASI


Sabah, Erkan 10:00 da havaalanında olması gerektiği için kahvaltımızı hostelde yaptık.Hostel sahibesi, şu ana kadar güney amerikada yaptığım en güzel kahvaltıyı hazırlamıştı.Kendi ev yapımı kek dahil her şey vardı.Taze sıkılmış portakal suyu,ev yapımı reçel,yağ,peynir,süt ,kahve ,çay,yoğurt ve müsli.Saat 8:30 gibi vedalaşarak Erkan’la beraber otogara gittik.Erkan, saat 9:15 te havaalanı otobüsüne binerek, nerdeyse 48 saatlik İstanbul yolculuğuna çıktı.Çok fazla duygusal olmadan vedalaştık ve gitti.Aslında içim burulmadı desem yalan olur, zira birlikte seyahat etmeye alışmıştık.Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, bununda sonu burada bitiyordu.Daha sonra ben Erkan’ın resimlerden çok beğendiği ama vaktimiz olmadığı için bana vasiyet ettiği Chiloe Adasına gitmek için saat 10:00 a bilet aldım.Bir kahve içerek oyalandım ve otobüse binerek yola çıktım.1 saat sonra sahilden bir feribota binerek Chiloe adasına geçtik.20dk.lık bir feribot yolculuğu sonrası adanın kuzeyinde Chacao denilen bir yere vardık.Oradan da adanın güneyinde,Erkan’ın resimlerinden çok beğendiği Castro’ya ulaştık.Otogara indiğimde saat 13:30 du.Kendime 2 saat vakit vererek saat 15:30 a Ancud’a bilet aldım.İki saat içinde tüm Castro’yu gezerek görülmesi gereken yerleri dolaştım.Kazıklar üstüne yapılmış evler gerçekten görülmeye değerdi.Sonra 1.5 saat bir yolculukla adanın diğer bir kasabası Ancud’a gittim.Burada da bir kasaba turu atarak ve meydanında biraz soluklanarak, saat 18:30 da Puerto Montt’a bilet alarak dönüşe geçtim.2.5 saat süren yolculuk sonrası Puerto Montt’a döndüm.Biraz hızlı da olsa Chiloe adasını görmek keyifliydi, hem de Erkan’ın vasiyeti yerine gelmiş oldu.Kasabanın meydanında bir şeyler yedikten sonra, hostelime döndüm.Dün Erkan’la birlikte aldığımız ama içmeye fırsat bulamadığımız beyaz şarabı açarak,bir yudum onun için, bir yudum benim için derken hafif kafam dönmeye başlayınca, bir duş alarak yatağıma gömüldüm.Yarın, şimdilik Şili’den ayrılarak 7 saat mesafedeki Bariloche’ye (Arjantin) gidiyorum.Orası için Arjantin’in İsviçre’si diyorlar, görelim bakalım.

Not:Ben bu satırları yazarken, sevgili kardeşim Erkan, Santiago’dan havalandı ve New York’a doğru yola çıktı.Ben de Peanutbutter’lı sandviçlerimi yerken ve şarabımdan bir yudum alırken ona 3 G'li güzel,güvenli ve güneşli (seyyahların kullandıkları bir deyim 3G)bir yolculuk diliyorum.

                                                                     26/1/2013 Cumartesi
 
 
 
 
 

26 Ocak 2013 Cumartesi

BİSİKLET GEZİSİ SONRASI PUERTO MONTT


Sabah uykumuzu almış bir şekilde kalktık.Hosteli öğlen boşaltmamız gerektiği için çantalarımızı hazırlayıp, hostele emanet ettik.Daha sonra hostelden iki tane güzel bisiklet seçip, kiraladık ve dün kapalı olduğu için kahvaltı yapamadığımız Cafe Batista’da güzel bir kahvaltı yaptık.Saat 9:45 gibi bisikletlere atlayıp, göl kenarında ki bisiklet yolundan ilerledik.Çok güzel çiftlik evleri ve yemyeşil çiftlik arazileri arasından,hafif serin bir havada pedal bastık.Yol oldukça düz ve manzaralıydı.Saat 11:00’ e kadar, gidebildiğimiz kadar giderek dönüşe geçtik.Dönüş yolunda  göl kenarında bir köy olan Santo Rosalio’da mola verdik.Çok güzel çimenlerin üzerinde ve göl manzarası karşısında biraz dinlenerek, suyumuzu içtik ve fotoğraflar çektik.Saat 12:30 da kasabaya geri dönerek, bir marketten biraz meyve ve ekmek aldık.Tam saat 13:00 de, yani bisikletleri geri vereceğimiz saatte hostele dönerek,bahçede öğlen yemeğimizi yedik.Eda ile biraz daha sohbet ederek, vedalaştık.Saat 14.30 gibi sırt çantalarımızı yüklenerek 23km. uzaklıktaki Puerto Montt’a doğru yola çıktık.Otogarda inerek, gittiğimiz ilk hostelde yer bulamadığımızdan yakın olan ikinci bir hostelde (Hospedaje Vista al Mar)yer bularak yerleştik.Yaşlı bir karı-koca evlerinin boş odalarını kiraya veriyorlardı .İnsan böyle yerlerde kendisini evde gibi hissediyor.Hemen eşyalarımızı bırakarak, yakınlarda ki Somon balığı marketine gittik.Bir sürü çeşit deniz mahsulü vardı.Benim deniz mahsulleri ile alakam yoktur ama Erkan’ın gözleri yuvalarından çıktı ve ağzının suyu aktı.Tezgahlarda kocaman somon balıklarını ayıklayarak, filetolarını çıkaran adamları şaşkınlıkla seyrederek, fotoğraflarını çektik.Adını bilmediğimiz bir sürü midye çeşidi ve balık vardı.Marketin üst katında da balık lokantaları vardı.Aslında karnımız toktu,ancak bayan bir garson bizi kandırdı ve küçücük bir lokantada yengeç sosunda somon ızgara yedik.Tabii bir tabağı Erkan’la ikimiz paylaştık.Yanında da bir kadeh beyaz şarap götürdük.Böylece sadece gözümüzü değil, karnımızı da doyurmuş olduk.Üstüne bir cafeden iki de kahve içerek liman gezimizi taçlandırmış olduk.Oradan ayrılarak, yediklerimizi eritmek için sahil boyunca yürüyerek kasabanın merkezine geldik.Plaza de Armas’ta bir bankta oturarak biraz dinlendik.Kasabanın en işlek caddesinden mağazalara bakınarak hostele doğru dönüşe geçtik.Yol üstünde uğradığımız otogardan, Erkan yarın sabah için havaalanına bilet aldı, ben de Pazar sabahı için Arjantin de bulunan Bariloche’ye biletimi aldım.Şimdiden ayrılık hüznü çökmüş olarak hostelimize dönerek, sıcak birer hazır çorba içtik ve yataklara yığıldık.Böylece kısa sürede olsa bana yol arkadaşlığı yapan kardeşimden ayrılma vakti gelmişti.Halbuki birbirimize çok alışmıştık….

                                                                       25/1/2013  Cuma  
 
 
 

25 Ocak 2013 Cuma

PETROHUE'DE BİR YANIMIZDA VOLKAN BİR YANIMIZDA GÖL


Sabah 7:00 de kalk borusu çaldı.Hazırlanıp saat 7:45 gibi açık olacağını söyledikleri Cafe Batista’ya güzel bir kahvaltı yapma hevesi ile gittik.Ancak tabii ki böyle bir sayfiye kasabasında akşamlar uzun sürdüğü için, henüz kimsecikler yoktu ve kapı duvardı.Fazla vakit kaybetmemek için hemen karşısından kalkan Petrohue otobüsüne saat 8:30 da  binerek 45dk. yolculuk sonrası Petrohue’ye vardık.Los Santos gölü kıyısında bir yerleşim, ancak çok fazla bina yok.Sadece bir otel ve göl kıyısında camping mevcut.Ancak oradan gölün çeşitli yerlerine ulaşım sağlayan motorlar kalkıyor.Milli park  girişinden yürüyüş yolu ile ilgili bilgi ve bir de harita edindikten sonra saat 10:15 gibi güneş yağlarımızı sürünerek yürüyüşe başladık.Bir yanımızda Osorno Volkanı, diğer yanda göl olmak üzere ağaçlık bir düzlemde 1 saat kadar yürüdük.Daha sonra 1.5 saat kadar da dik bir rampadan çıktık.Bu arada kocaman bizim at sineğine benzer sinekler etrafımızda vızıldayıp duruyordu.Saat 12:30 gibi bir seyir tepesine ulaştık.Buradan güzel volkan ve göl manzarası resimleri çekerek, oturup bir şeyler yedik.Biraz oyalandıktan sonra dönüş yoluna geçtik.Fakat aynı yoldan dönmeyerek bir dere yatağı boyunca inerek göl kıyısına ulaştık.Gölün kıyısından yürüyerek tekrar turu tamamladık.Hava çok güzel, hafif serin bir rüzgar ve göl şıpırtısı sesi ile saat 14:15 gibi başlangıç noktasına geri döndük.Aslında 6 saat sürmesi beklenen turu biz herhalde sineklerden çabuk kurtulmak için biraz hızlı yürüyerek 4 saatte tamamlamıştık.Birer meyve suyu içerek serinledik ve otobüse atlayarak dönüş yolu üzerinde bulunan şelalelere(Saltos del  Petrohue) gittik.Eda’nın yani hostelde ki Türk  kızın tavsiyesi üzerine buranın girişinde sıcak Empedena’larımızı yedik ve şelaleler de biraz resim çektik.Suyun rengi gerçekten türkuaz renginde ve oldukça güçlü akıyordu.Biraz bizim Manavgat şelalelerini andırıyor.Su çok yüksekten değil ama güçlü bir şekilde lavların oluşturduğu kayaların üzerinden çağlıyordu.Tekrar otobüse binerek saat 17:00 gibi kasabaya geri döndük.Hava hala sıcak olduğu için hemen birer duş yaparak hem temizlendik, hem de serinledik.Bahçede biraz dinlenerek yolda gelirken aldığımız çilekleri afiyetle yedik.Saat 19:00 gibi tekrar kasabaya indik ve yerel tadların sergilendiği bir fuar alanında biraz dolaştık.Her stanttan bir şeyler tadarak gurmelik yaptık.Çeşitli peynirler, ev yapımı bira,reçeller, adını bilmediğimiz likörler filan.Aslında o yörenin mutfağı ile ilgili bayağı değişik lezzetler taddık.Daha sonra bir yerde akşam yemeğimizi yiyerek, saat 22:00 gibi hostele geri döndük.Aslında yarın sabah yarım günlük rafting yapıp, öğleden sonra Puerto Montt’a gitmeyi planlıyorduk.Ancak sabah bizden başka kimse talip olmayınca o plan suya düştü.Bizde hostelden bisiklet kiralayarak göl kenarında 4-5 saat bisiklete binmeye karar verdik.Boş oturmak yok, aktiviteye devam.

                                                                              24/1/2013 Perşembe
 
 
 
 

24 Ocak 2013 Perşembe

PUERTO VARAS


Sabah 8:00 otobüsüne binebilmek için 7:00 gibi kalktık ve sırt çantalarımızı topladık.Sabah erken gideceğimiz için Hostelin parasını akşamdan ödemiştik.Fakat o saatte Pucon gibi turistik bir kasabada kahvaltı edecek açık bir yer olmadığı için açı açına saat 8:00 de otobüse binmek zorunda kaldık.Yarım kalan uykumuza otobüste devam ederek saat 14:00 gibi bir başka göl kenarı kasabası olan Puerto Varasa’a vardık.Burası da 35.000 nüfuslu,bir zamanlar fazla miktarda Alman göçmenin yerleştiği ve Llanquihue gölünün kenarında bir tatil kasabası.Yakınlarında Osorno Volkanı’nın yanı sıra 2 tane daha volkan var.İlk dikkatimizi çeken Pucon kadar turistik olmaması ve birçok yapının Alman mimarisinden etkilenmiş olmasıydı.Kendimize hostel aramaya başladık, ilk 2 hostelde yer yoktu. İkinci hostelde ki kız bir yerlere telefon ederek bize yer olan bir hostel bulmamız konusunda yardımcı oldu.Bereket hava bulutlu ve mesafeler birbirine yakındı.Sonunda Hostel Margouya’da bir yer bulduk.Bu hostelde bahçe içinde, burada yapılmış eski bir Alman eviydi ve aynı zamanda bir dil okuluydu.Resepsiyonda ki kız bizim pasaportları görünce bir başka kıza sevinçle ’’ bak sizin oradanlar ‘’diye bağırdı.Bunu duyan yan odada ki, 1 ay kadar önce burada İngilizce öğretmenliğine başlayan Çanakkale’li,Boğaziçi Üni. İngiliz Edebiyatı mevzunu,Eda adında bir kız çığlığı patlattı.Karşılıklı şaşkınlık sonrası bize odalarımızı gösterek, biraz çevre ve burada yapabileceklerimiz konusunda bilgiler verdi.Bu arada saat 16:00 olmuştu bile.Çantalarımızı bırakarak hemen kasabayı keşfe çıktık.Öncelikle sahile inerek, yakın bir marketten yiyecek-içecek bir şeyler aldık.Daha sonra Cerro Philip denen seyir tepesine çıkarak biraz manzara seyrettik.Hava biraz açıldığı için, Osorno Volkanın  gölün karşı kıyısında ki muhteşem görüntüsü, bizleri büyüledi.Sahilde bir çok insan denize giriyor, kimileri de rüzgar surfü yapıyordu.Deniz kıyısında sandviçlerimizi yedik ve biraz dinlendik.Kasabanın sokaklarında biraz dolaştıktan sonra sahilde  bir yerde kendimize kahve ısmarlayarak azıcık daha keyif yaptık. Saat 20:30 gibi hostele geri döndük.Erkan tok olduğu için ben kendime domatesli yumurta yaparak karnımı doyurdum ve sonrasında bahçede hostele dönerken marketten aldığımız bir Şili şarabını açarak Eda’nın hayat öyküsünü dinledik.Daha öncede söylediğim gibi herkesin anlatacak bir hikayesi var.Saat 23:00 gibi Hostelde çalışan bir başka ABD’li çocuğun yaş günü olduğu için, bütün çalışanlar ve Eda kasabaya bir pub’a kutlamaya gittiler, biz de odamıza çıkarak yarın Osorno Volkanı yakınlarında yapacağımız yürüyüş için biraz dersimize çalıştık.

                                                                       23/1/2013  Çarşamba
 
 
 

23 Ocak 2013 Çarşamba

VİLLARRİCA VOLKANINA TIRMANIŞ


Sabah 6:00 da benim kalk borusu çaldı.Sadece yiyecek bir şeyler ve su götürmemizi söyledikleri için,dün marketten aldıklarımızla,Erkan kendine ton balıklı bende kaşarlı sandviçlerimizi hazırladık.Sabah kahvaltısı olarakta peanutbutter’lı ve reçelli ekmeklerimizi yiyerek, saat tam 6:45 te tur acentesinin önünde olduk.Bayağı kalabalık bir insan topluluğu tura yazılmış,ancak acente sahibi Fransız, hava durumunu göstererek, eğer bir gün daha buradaysanız turu yarına ertelememizi tavsiye etti.Zira yukarda fırtına ihtimali olduğunu ve olursa geri döneceklerini ve paramızıda alacaklarını söyledi.Bunu duyan herkes yarın gitmeye karar verdi ve ayrıldılar.Bir tek Erkan’la ben kaldık.Bizim seçeneğimiz yoktu, zira ertesi gün Puerto Varas’a gidecektik.Son anda bir Çin’li kızla Belçika’lı bir adam da gitmeye karar verince, 4 kişi olarak turu yapmaya mecbur kaldılar.45 yaşlarında İspanyol bir rehber ve 25 yaşlarında bir Şili’li bir rehber kızda bize katılınca, verdikleri botları ayağımıza ve sırt çantalarını sırtımıza geçirerek bir minibüsle yola çıktık.45 dk.lık bir yolculuk sonrası kışın kayak yapılan Villarrica Volkanının telesiyejlerine vardık.Telesiyejlerin olduğu yer 1400m.,volkanın krateri ise 2850 m.yükseklikteydi.Şayet telesiyejle son istasyona çıkarsak, orası 1800m. civarındaydı, böylece hem 400m. yükseklik, hem de zamandan kazanmış olacaktık.Tabii ki telesiyeji seçtik, zira 1 saat kadar sürecek o yol pek zevksizdi.Telesiyej konusunda ilk defa milli olacak olan Erkan’la bir tanesine binerek, etrafı seyrederek yukarı çıktık.Saat tam 8:30 da yürüyüşe başladık.İspanyol rehberin arkasına ip gibi dizilerek uygun bir tempoda tırmanışa başladık.Önceleri lav yığınları arasında ilerledik ve 1 saat sonra karlı zemine ulaştık.Her 45dk.lık tırmanış sonrası 5-10 dk dinlenme ve su molası vererek ilerledik.İspanyol rehber karda iz açıyor, bizde o izlere basarak tırmanıyorduk.Önceleri bizim haricimizde 5-10  kişi daha tırmanıyordu.Fakat saatler ilerledikçe arkamızdan bayağı bir grup tırmanışa geçti.Tam 3 saat sonra volkanın kraterinin kenarına vardık.Etrafın ve bulutların görüntüsü iyi ki tırmanmışız dedirtti.Kraterden de hafif bir duman ve sülfür gazı yükseliyordu.Bu volkan en son 1985 yılında aktif olarak lav püskürtmüş.Hava da Fransız acente sahibinin dediğinin aksine pırıl pırıl güneşliydi, yani şans bizden yanaydı.Orada bir şeyler yedik,fotoğraflar çektik.Daha sonra kraterin etrafında bir tur atarak, diğer yönlerden de manzarayı görüntüledik.1 saat kadar sonra işin en keyifli kısmı için dönüşe geçtik.Zira bize verdikleri kıyafetleri giyerek aşağı plastik çanaktan oluşan kızaklarımızla kayarak inecektik.Başlangıçta eğimden dolayı insan biraz ürküyor ama daha sonra alışıyor.Rehber başlangıçta biraz bilgi vererek, kazmayı kullanarak nasıl durulacağını ve oturma pozisyonunu filan anlattı.Daha sonra sıra ile 7-8 etaptan oluşan parkurlarda keyifli bir kayış sonrası karın bitip lavların başladığı yere kadar kayarak indik.Yolun kalan kısmını yürüyerek tamamladık ve tekrar başlangıç noktasına saat 14:00 gibi vardık.Tabii her tarafımız sırılsıklam ıslanmıştı.Fakat güneş kısa sürede bizi kurutmayı başardı.Orada tekrar minibüse binerek saat 15:00 gibi kasabaya döndük.Hemen Hostele giderek bir duş aldık ve ıslak eşyalarımızı güneşte kurumaya bıraktık.Akşamüstü Erkan cumartesi sabahına Puerto Montt’tan Santiago’ya uçak biletini aldı.Zira cumartesi akşam Newyork uçağına binmesi gerekiyordu.Daha sonra otogara giderek yarın sabah 8:00 için Puerto Varas’a otobüs biletlerimizi aldık.Bu arada yolda mükafat olarak kendimize birer dondurma ısmarladık.Akşam hostelin restoranın da bir şeyler yedikten sonra biraz çıkıp sokaklarda ve göl kenarında yürüyüş yaptık ve sonra tekrar hostele dönerek, yataklarımızda günün yorgunluğunu çıkardık.

                                                                        22/1/2013  Salı
 
 
 

22 Ocak 2013 Salı

YEMYEŞİL PUCON BİZİ KARŞILADI


Sabah 8:30 gibi Pucon’a vardık.Pucon aslında 18.000 nüfuslu küçük bir sayfiye kasabası, ancak beni şok etti.Zira tam bir Amerikan kasabası gibi tek katlı ve bahçeli evlerden oluşuyor.Şili’nin kuzeyine inat yemyeşil bir kasaba.Geniş caddeleri var ve insanlar hem giyimleri hem davranışları ile tam bir Avrupalı.Çok yakında olan ve herkesin çok tavsiye ettikleri Ekole hostelde iki kişilik bir odada yer bulduk.Bütün odalar ahşap ve çok güzel,yemyeşil bir avlusu var.Lokantasının da vegeteryan ve çok lezzetli olduğu söyleniyor.Eşyalarımızı odaya bıraktık ve yakınlarda bulunan bir turizm acentesinden çok yakınlarda, hatta kasabadan bile görülebilen Villarrica Volkanına bir tur bakmaya gittik.Yarın sabah 7:00 de şayet hava şartları uygun olursa 7-8 saatlik bir volkan çıkışı için kayıt yaptırdık.Oradan aldığımız bilgiler doğrultusunda bu gün de  1 saat mesafedeki Huerquerhue milli parkına giderek orada 4-5 saatlik bir yürüyüş yapabileceğimizi öğrendik.Otobüs saat 13:00 de kalkıyor ve 19:30 da dönüyordu.Daha 2 saat vaktimiz olduğunu öğrenince bir marketten ekmek,peanutbutter,reçel ve içecek bir şeyler alarak gölün kenarına gitmeye karar verdik.Zaten her yer yakın olduğu için 15 dk. da göle vardık ve orada hazırladığımız sandviçlerimizi yedik.Göl kenarında siyah kumdan oluşan çok hoş bir sahil ve sahilin üstünde çok güzel evler vardı.Kumsalda biraz yürüyüş yaptık.Güneş çok sıcak ama hafif esintili çok güzel bir sabahtı.Bazıları göle giriyor,bazıları kano ile dolaşıyor,kimileri de güneşleniyordu.Saat 12:00 gibi biz otobüse doğru hareketlendik ve tam 13:00 te milli parka kadar giden otobüse bindik.Milli park girişinde biraz bilgi edindik ve bir harita aldık.Saat 14:15 gibi 12 km. ve 5 saat sürecek yürüyüşümüze başlamıştık.Ağaçlar arasında çok güzel bir parkurda 1 saat kadar yürüdükten sonra dik bir tırmanışa başladık.Biraz zorluydu, ancak bunun yarın için biraz alıştırma olduğunu düşündük.Yemyeşil bir yoldan yukarı çıktığımızda bir şelale ve 3 göl bizi bekliyordu.En büyüğü ve güzeli olan yeşil gölde uzun süre oturduk ve ayaklarımızı gölde biraz serinlettik.Doğa gerçekten çok ruh dinlendiriciydi.Bazı insanlar mayoları ile geldikleri için göle bile girenler vardı.Bizim hem malzememiz hem vaktimiz olmadığı için 17:00 gibi dönüşe geçtik ve aynı güzellikler arasından aşağıya indik.Tam park çıkışında bulunan bir cafeden soğuk biralarımızı da içerek yürüyüşümüzü taçlandırdık.Saat 19:30 da ki otobüse binerek,biraz uyuyarak kasabaya geri döndük.Bir marketten yarın ki yürüyüş için biraz alış-veriş yaptıktan sonra, hostele dönerek yorgunluk duşumuzu aldık.Arkasından restoranda bir de vegeteryan akşam yemeğimizi yedik, artık yorgunluk çöktüğü için ve yarın zorlu bir yürüyüş daha bizi beklediği için yataklarımıza gömüldük.

                                                                        21/1/2013 Pazartesi
 
 
 
 

VALPARAİSO'DA BİR PAZAR GÜNÜ


Sabah ben yine erken kalkınca, Erkan biraz daha uyusun diye sessizce çıktım ve hostel sahibesinin hazırladığı reçel,yağ ve kahveden oluşan kahvaltımı balkonda yaptım.Daha sonra Erkan’da kalktı ve kahvaltısını yaptı.Beraberce saat 10:00 gibi sahile paralel ama tepelerden giden Almanya caddesinde uzun bir sabah yürüyüşü yaptık.Her biri ayrı bir mimari ve manzaraya sahip evlerin önünden yürüyerek ünlü Nobel ödüllü şairleri Pablo Neruda’nın şimdilerde müze olan evine vardık.Güzel bir bahçe içinde,hoş bir binaydı.Ben gezmedim ama Erkan içini de gezdi.Bende güzel bahçesinde çiçekler arasında Pablo Neruda’nın oturup şiirlerini yazdığı banklarda vakit geçirdim.Dün limanda gördüğümüz Cruse gemisi hep birlikte buradaydı.Yaşlı Amerikalı turistler ünlü şairin evini gezmekten çok mutlu görünüyorlardı.Oradan çıktık ve yokuş aşağı sahile kadar indik.Sahil boyunca yürüyerek,limana yakın bir yerlerden bir ilkel asansöre daha binerek bir başka seyir tepesine çıktık.Biraz dinlendik, biraz fotoğraf çektik.Aşağı inerken bir bira ve şarap evine girerek,anlamadığımız Şili şaraplarını inceledik.Ancak özel yapım bir soğuk bira bulunca dayanamayıp,adını bile bilmediğimiz bir birayı paylaştık.Arası alkolle iyi olmayan iki kardeşten ancak bu beklenir.Saat 15:00 doğru karnımız acıkınca dün önünden geçtiğimiz çok eski(1908) bir bara (bar la Playa) girerek yemek yiyelim dedik.Erkan kendine kızarmış balık ısmarladı, bende değişik olsun diye Pallia diye bir şey ısmarladım.Meğer benimkisi çorba gibi suyla haşlanmış midye çıktı.Zaten deniz mahsulleri ile arası olmayan beni aç kalmaktan sağ olsun Erkan kurtardı.Yarısında yemekleri değiştikte, biraz aç kalmaktan kurtuldum.Ama barın ambiyansı gerçekten çok güzeldi,etrafta Elvis ve Marilyn posterleri doluydu ve eski Amerikan filmlerinde ki barları hatırlatıyordu.Yemekten çıktıktan sonra bir plazada biraz oturup yemekleri hazım ettik.Plazanın bir kenarında kurulu bit pazarını dolaşarak,  Şili eskileriyle vakit geçirdik.Demek ki dünyanın her yerinde bit pazarları Pazar günleri kuruluyordu.Hostele bıraktığımız sırt çantalarımızı almaya döndük.Hostel sahibi kadın bize bir bardak çay ısmarladı ve biraz daha çene çaldık.Otobüsümüz saat 21:00 de olduğu için, özür dileyerek vedalaştık ve otogarın yolunu tuttuk.Otogarda biraz oyalandık ve tam vaktinde 12 saatlik Pucon yolculuğu başladı.Otobüste yeriniz rahattı ve koltukları yatırdığımız gibi uykuya daldık.Erkan biraz yolun uzunluğundan endişeli idi,ama ben alışkın olduğum için, ona biraz moral verdim ve ikimizde bebekler gibi dağıtılan battaniyeleri üzerimize çekerek,Pucon’a kadar uyumuşuz.

                                                                    20/1/2013  Pazar
 
 
 
 

20 Ocak 2013 Pazar

KARDEŞİME KAVUŞTUM VALPARAİSO'YA ULAŞTIK


Sabah 7:30 da çıktım ve yakınlardan kalkan havaalanı otobüsüne binerek, saat 8:30 da Santiago havaalanında kardeşimi karşılamak üzere hazırdım.Erkan(kardeşim olur) saat 9:30 gibi kapıda gözüktü.Sarılma ve öpüşme faslının arkasından,şehre giden otobüslerden birine binerek otobüs terminalinde indik.Çocuğa nefes bile aldırmadan Valparaiso otobüsüne bilet aldık.Ancak hafta sonu olduğu için o tarafa giden çok kalabalık bir insan kitlesi vardı.Saat 11:45 ‘e ancak bilet bulduk ve hemen aldık.Otobüsün kalkma saatine kadar otogarda biraz daha hasret giderdik.Saat 13:30 gibi Valaparaiso otogarına indik.Hostellerin olduğu bölge, yakın olduğu için yürüyerek gitmeye karar verdik(Erkanı’da kendime uydurdum.).Erkan dolarlarını bozduracağı bir kambiyo ararken bende bir ATM’den biraz para çekmek istedim ama çoğu ATM ya bozuk yada para yoktu.Bu para işleri için epeyce vakit kaybettik.Ancak yolda rastladığımız bir Mate con Huasillos’çudan ona bir bardak şeftali hoşafı ısmarladım ve  böylece onu da Şili’nin bu milli içeceği ile tanıştırmış oldum.Aradığımız hostelde yer olmadığı için , bir başka hostel ararken bir bayan bizi kendi hostelinde kalmaya ikna etti.Casa Vajtas Hostel’de temiz, güzel ve kendi banyosu olan iki kişilik bir odada kaldık.Zaten bir gece yatacaktık.Zira otogarda belki bilet bulunmaz diye Pazar akşamı saat 21:00 için Pucon’a biletimizi almıştık bile.Valparaiso deniz kenarında biraz bohem tarzında, rengarenk evleri olan, Santiago’nun 120 km.batısında bir sahil kasabası.Ancak sahil bandı çok dar ve hemen arkasında yüksek tepeler var.Bu nedenle sahille tepeler arasında 10 kadar asansör çalışıyor.Bu asansörler çok eski,1883-1916 yılları arasında yapılmışlar ancak hala çalışıyorlar.Erkanla bu tepelerden birinde bulunan (Cerro Alegre) hostelimize sırt çantalarımızı bırakarak kasabanın dar sokaklarına daldık.Öncelikle sahile indik ve rıhtımda biraz dolaştık.Daha sonra bu antika asansörlerden birine binerek bir seyir tepesine çıktık.Biraz manzara fotoğrafları çektik, dar sokaklarda renkli evlerin arasına saklanmış olan sanat evlerini gezdik.Akşama doğru hem karnımız acıktı hem de Erkan yol yorgunu olduğu için hostele yakın bir restorantta deniz mahsulleri, salata ve en meşhur içkileri Pisco sour’dan oluşan yemeğimizi yedik.Hostele dönerek duşlarımızı aldık ve şu anda zavallı Erkan çoktan uyumuş durumda.Yarın kahvaltı sonrası biraz daha keşif gezisi yapacağız ve ünlü şair Pablo Neruda’nın burada bulunan evine bir ziyarette bulunacağız.

                                                   19/1/2013 Cumartesi
 
 
 

19 Ocak 2013 Cumartesi

10 SAATTE BAŞKENT SANTİAGO


Sabah hostelde kahvaltı dahil olduğu için,kahvaltımı yaptım ve 9:30 gibi kendimi sokaklara attım.Öncelikle şehrin göbeğinde ki Santa Lucia tepesine çıktım.Tepesinde bir seyir yerinin olduğu kaleden bozma bir park.O kocaman binaların arasında sanki kaybolmuş gibi.Olsun yinede yeşillikler arasında ve güneş henüz yükselmeden biraz keyfini çıkardım.Oradan birkaç blok yürüdüm ve Mopocho nehrini geçtikten sonra , şehrin en büyük açık hava parkı olan San Cristopal tepesine vardım.Aslında bunun tepesine teleferik var ama bugün şansıma bakım günüymüş, o yüzden çalışmıyor.Neyse ring seferi yapan otobüse binerek 20dk. tırmandıktan sonra zirveye vardık.Tabii zirvede kocaman bir Virgin heykeli kollarını açmış beni bekliyordu.Çok güzel bir seyir parkı yapmışlar,tepenin etrafında 360 derece dönerek her açıdan ve yukarıdan şehrin panaromik görüntüsüne sahip olabiliyorsun.Kapıdan aldığım harita sayesinde yürüyüş yollarından birini seçerek, 2 saat kadar ağaçların arasından yürüdüm.Çoğu insan ya koşuyor, ya da bisiklete biniyordu.Daha sonra ana yola çıkarak, otobüsle çıktığımız yolu yürüyerek 45dk. da indim.Girişte gözüme çarpan hayvanat bahçesini de görmeden gitmek istemedim ve bir saat içinde de hayvanat bahçesini gezdim.Ama zavallı hayvancıklar sıcaktan bunalmış vaziyette kendilerini bir gölgeye atmış uyukluyorlardı.En çok kocaman büyük bir kafes içinde kuşların olduğu bölüm dikkatimi çekti.Sende içeriye girebiliyor ve kuşlarla birlikte vakit geçirebiliyordun.Hayvanat bahçesi çıkışında soğuk bir bardak Mate con Hoesillos’u hak etmiştim.Daha sonra karnım acıktığı için merkez pazarın üst katında bulunan yerel lokantalardan birinde öğlen yemeğimi yedim.Arkasından da koca bir bardak dolusu taze çilek suyunu götürmüşüm.3 km. uzaklıktaki son gezme yerim olan şehrin mezarlığına doğru yola çıktım.Mezarlıkta gezilir mi demeyin,Lonely Planet mutlaka görün diyor.Gerçekten mezarlık değil, mezar evlerin oluşturduğu bir şehir adeta.Sokakları, caddeleri var ve her mezarın kendine has bir mimari yapısı mevcut.Yemyeşil ve çiçekler içinde bir yer.Görünce insanın ölesi geliyor sanki.Saat 18:00 gibi oradan çıktım ve yürüyerek dünkü Plaza Armas’a gittim.Bu arada şansıma Santiago Diş Hekimliği fakültesinin önünden geçtim,tabii nede olsa meslektaşlarım onlar.Merkez yine dünkü kalabalığından bir şey kaybetmemiş,aynen devam.Biraz orada soluklandıktan sonra ayaklarımın ağrısını hissedince, saat 20:00 gibi hostelimin yolunu tuttum.Yarın sevgili kardeşim Erkan geliyor.Sabah 9:00 gibi gidip onu havaalanında karşılayacağım ve kısmetse beraber bir hafta Güney Şili’de dolaşacağız.Onunla öncelikle, buraya 2 saat mesafede ki sahil kasabası Valparaiso’ya gideceğiz.Bir düşündüm de kardeşimle baş başa paylaşacağımız ilk tatil.Nereye kısmetmiş, bakarmısınız!!!!!!!

Not:Bir şekilde bloguma resim yükleyemiyorum.Tembellik yaptığımı sanmayın….

                                                         18/1/2013 Cuma

 

18 Ocak 2013 Cuma

AVRUPAİ SANTİAGO


Sabah dünden yaptığım alış-veriş ile aldığım ekmek,peynir ve domatesten oluşan kahvaltımı yaptım ve saat 9:30 San Diago otobüsüne bilet aldım.Ancak otobüs saat 10 da kalktı.5 saatlik bir yolculukla San Diago’ya vardık.Yolda uyku açığımı kapatmış oldum.Ancak uyanık olduğum vakitler dışarıda sürekli üzüm bağları ve narinciye bahçeleri gördüm.Birde çok fazla rüzgar tribünü olan bir alandan geçtik, herhalde rüzgardan oldukça yararlanıyorlar diye düşündüm.Otogarda çok sıcak bir hava beni karşıladı.Ama ben artık alıştım,otogar yakınlarında seçtiğim Hostel de Sammy’ye yürüyerek 20 dk. vardım.Şansıma 4 yataklı bir dormda bana bir yatak vardı.Bu hostelde oldukça enteresan, heryer ahşap ve biraz hippy tarzı var.Neyse ben eşyalarımı bıraktım ve keşfe çıktım.Eski şehre doğru binaların gölgesinden yürüyerek yarım saat mesafade ki Plaza Armas’a vardım.Eski şehir üç bulvar tarafından kuşatılmış bir üçgen şeklinde.Trafiğe kapalı Moneda caddesinde uzun bir yürüyüş yaptım.Burası bayağı Avrupai bir şehir, bütün ünlü mağazaların burada da yerleri var.Bata ayakkabıcısı,starbucks filan.Herkes burada da bir alış-veriş çılgınlığı içerisinde.Daha çok cep telefonu dükkanları ve anormal fazla eczane ve güzellik malzemeleri satan dükkan dikkatimi çekti.Meydanın bir kenarını da fast food yani hamburger ve sosisli sandviç satan yerler kaplamıştı.Keyifli cafeler, özellikle Haiti kahvesi satan yerler vardı, ne özelliği varsa.Ancak çok pahalı, bir fincanı nerdeyse 8-9 dolar civarında.Köşe başlarında ise dün benim Ovalle de içtiğim haşlanmış buğday ve kuru şeftali ile yapılmış hoşaf satan seyyar arabalar vardı.Kaçırırmıyım, koca bir bardak soğuk Mate con Huesillos’u götürmüşüm.Biraz ileride 100 yıllık empedena yapan bir yer görünce dayanamadım ve bir de peynirli bir puf böreğini yiyince, benim akşam yemeği tamam oldu.Meydan da akşamüstü ortaya hünerlerini sergileyen bir sürü insan çıktı.Palyaçolar,sihirbazlar,balonlara şekil verenler,ressamlar, müzisyenler filan.En önemlisi meydanın bir köşesinde ise insanlar oturmuş ciddi ciddi satranç oynuyorlardı, bir sürü kişi de onları seyrediyordu.Tayfun Eniştemin kulaklarını çınlattım.Ben onları seyrederken arkamdan biri dokundu, bir döndüm benim Uyuni safarisinde beraber olduğumuz Kanada’lı kızlar.Meğer onlarda dün gelmişler, biraz sohbet ettik ve yine belki görüşürüz, dünya küçük diyerek ayrıldık.Saat 20:00 gibi ben hostelime döndüm ve biraz ayaklarımı dinlendiriyorum.İnsan farkına varmıyor ama büyük şehirlerde bayağı yol yapıyor.

                                                                   17/1/2013 Perşembe

 
 
 
 

17 Ocak 2013 Perşembe

YEMYEŞİL BİR KASABA OVALLE


Sabah kalktım ve sırt çantamı yüklenerek, otogarın yolunu tuttum.Ovalle 3 saat mesafede olduğu için, otogarda bir şeyler yedim ve 9:00 otobüsüne bindim.Yolda doğanın değiştiğini ve daha yeşil bir görüntü aldığını keşfettim. Üzüm bağları ve narinciye bahçeleri yolun iki tarafında güzel bir görüntü oluşturuyordu.Bir ara kendimi Çukurova’da zannettim.Saat 12:00 civarında Ovalle’ye vardık.110.000 nüfuslu, küçücük ama şirin bir kasaba.Lonely Planet’ten bulduğum Roxy Hostelde yer buldum ve hemen yerleştim.Çok eski, nostaljik bir otel, zamanında çok iyi ve güzel bir yer olsa gerek.Ortasında kocaman bir avlusu var ve avlusunu limon ağaçları ve ortancalar kaplamış.Avlunun etrafında basit tek katlı odalar sıralanmış durumda.Hava oldukça sıcak olduğu için bir duş alıp, biraz çamaşır yıkadım ve güneşten faydalanıp, kurusunlar diye ağaçlara astım.Sanki hostel boş gibi gözüküyordu, ancak akşamüstü iş için burada olanlar odaların bir kaçını doldurdu.Daha sonra karnım acıktığı için yiyecek bir şeyler bulmak umuduyla sebze ve meyve halinin bulunduğu yere gittim.Gerçekten yolda gördüklerimi doğrularcasına çok zengin bir pazarı vardı.Şeftali,muz,nektarın,ananas, kavun,karpuz ve daha bir sürü meyve.Karnabahar,ıspanak,taze fasulye, kara kabak, bal kabağı gibi bir sürü sebze.Biraz şeftali, muz ve meyve kurusu ile ceviz aldım, zira yollarda atıştırmak için iyi oluyor.Daha sonra bir köşede insanların uzun bardaklardan bir şeyler içtiklerini görünce tabii dayanamadım.Adı Mate con Huesillos gibi bir şeydi.Soğuk, bizim üzüm hoşafına benziyor.Yalnız içinde buğdaytaneleri ve şeftali kurusu gibi bir şeyler var.Onu içince tabii nerdeyse doydum.Bir büfeden ufak bir peynirli sandviç ile takviye yaparak öğlen yemeğimi tamamladım.Tam öğlen sıcağı bastırdığı için kendimi kasabanın ortasında ki parkta çimlerin üzerine zor attım.Neyse ki orası serin serin esiyordu.Epeyce orada oturmuşum.Sonra büyük bir süpermarketten biraz alış-veriş yaptım,içerisi serin olduğu için raflara göz gezdirerek  insanlar buralarda neler yiyor, içiyor diye bakındım.Saat 17:00 gibi güneş biraz yatınca, plazasına giderek keyif yaptım.Plazanın köşesinde bulunan bir cafede oturarak, kendime soğuk bir Cristal birası ısmarladım.Meydan da bir dondurma firması stand kurmuş, müzik eşliğinde promosyonlar dağıtıyor ve çocuklara dans ettiriyorlardı.Biramı yudumlarken seyretmek eğlenceli oldu.Artık burası yaz olduğu için hava bayağı geç kararıyor.Güneş batmadan nostaljik otelimin avlusunda yerimi aldım ve hiç ummadığım bir şekilde burada Wİ-Fİ  olduğunu öğrendim.Bir taraftan meyvelerimi yerken bir taraftan da maillerime bakıyorum.Belki biraz resim bile yüklerim bloguma.Yarın sabah çok geç olmadan 5 saat mesafede ki Başkent Santiego’ya gideceğim.Ne de olsa kalabalık yer, şehri keşfetmek zaman alacak.

                                                                 16/1/2013  Çarşamba




 
 

16 Ocak 2013 Çarşamba

MİNİK GALAPAGOS DAMAS ADASI TURU


Saat 8:30 da beni hostelimden almaya gelecekleri için saat 7:30 da kalktım ve hazırlandım.Gerçekten dedikleri saatte bir minibüsle beni aldılar.Bir kaç hostel daha dolaştık ve toplam 10 kişi yollara koyulduk.Bu sefer rehber hem İspanyolca hem İngilizce biliyordu.Bir Fransız adam haricinde diğerleri İspanyol turistlerdi.Bir tek benim ve Fransız adam için rehber söylediklerini bir de İngilizce tekrar ediyordu.La Serena’nın 95 km. kuzeyinde bir ulusal parka gideceğimizi ve oradan bir botla 4 saat kadar denizde kalacağımızı söyledi. Bu arada 2 ada ziyaret edeceğimizi filan anlattı.Yolda bir kampinge uğrayarak, dönüşte yiyeceğimiz öğlen yemeğimizi ısmarladık.Saat 11:00 gibi yine bir balıkçı köyü olan Chaharos’a vardık.Burada can yeleklerimizi giyerek bir bota bindik ve denize açıldık.Yarım saat sonra denizin ortasında yunus balıkları bizi karşıladı.Ben her gün boğazda görmeye alışık olduğum için pek değişik gelmedi, ama diğer insanlar çığlık çığlığa bağırmaya başladılar.Neyse biraz daha sonra bu sefer beni de şaşırtan balinaları çok yakından görme fırsatımız oldu.Biraz da onların peşinden koştuktan sonra Damas adasına çıktık.Çok berrak bir suyu ve bembeyaz bir kumsalı vardı.Bu ada da 1 saat kadar kaldık.Tabii ben zaten küçük olan bu adanın etrafında bir tur dönüverdim.Her tarafta martılar ve daha adını bilmediğim bir sürü kuş vardı.Hava hafif bulutlu olduğu için rahat bir yürüyüş oldu.Bu arada sahilde bende hayatımda ilk defa Pasifik Okyanusu ile tanıştım, ellerim ve ayaklarımı okyanus suları ile tanıştırmış oldum.Sonra tekrar motora bindik ve fok balıkları,penguenlerin ve deniz aslanlarının olduğu başka bir adaya yöneldik.Bu adalara, koruma altında olduğu için çıkmak yasaktı.Sadece motorla yaklaşarak, fotoğraf çektik.Daha adını bilmediğim bir sürü kuş ve pelikan vardı.Saat 15:00 gibi limana geri döndük ve yolda girdiğimiz kampingde güzel bir yemek yedik.Kamp yeri çöl ortasında bir vaha gibiydi.Yemek sonrası tekrar minibüse binerek La Serena’ya saat 18:00 gibi döndük.Bu tur,benim için çok hoş bir değişiklik oldu.Saat erken olunca fırsat bu fırsat dün kapalı olan yakınlardaki Japon bahçesini görmeye gittim.Çok güzel   düzenlenmiş bir parktı, ruhum dinlendi desem yalan olmaz.2 saat kadar kalmışım bu parkta.Sonra bir şeyler tıkındım ve yine Kümesime, pardon hostelime geri döndüm.Yarın 3 saat uzaklıkta ki Ovalle diye bir kasabaya geçeceğim.                            

                                                                          15/1/2013 Salı