Sabah 6:00 kalktım, dormdakileri uyandırmadan sırt çantamı
aldım ve geldiğim gibi yürüyerek otogara yola çıktım.Ama 6:30 da otobüs filan
yokmuş,en yakın zamanda saat 8:00 deymiş.Neyse olur böyle ufak tefek
aksaklıklar diyerek,güzel bir kahvaltı yapıyım dedim.Fakat o saatte sadece büfe
tipi yerler açık olduğu için bir büfeden peynirli bir sandviç ve yanında tabii
ki Kolombiya kahvesi içtim.Biletimi aldım ve otobüsü beklemeye
başladım.Birazdan turist oldukları belli olan ve sonradan Avustralyalı
olduklarını öğrendiğim benim yaşlarımda bir çift geldi ve çaylak çaylak
bakınıyorlardı.Hemen San Agustin mi diye sordum, sevinçle evet dediler.Bu
halimle onlara yardım ettim ve aynı otobüse onlara da bilet aldık.Saatinde
kalktık ama ne yolculuk,anlatılır gibi değil.Bir kere yol toprak ve
taşlı,üstelik daracık.Fakat bizim şoför bir manyak,nasıl gidiyor
anlatamam.Otobüs tamamen dolu olmasına rağmen herif sanki F1 pilotu gibiydi.Ben
hayatımda böyle korkunç ve zıplamaktan kıçımın ağrıdığı bir yolculuk
yapmadım.Ama bir işe yaradı adam bizi nerdeyse 4 saatte San Agustine attı.Yolda
aklıma Karadeniz turunda Barhal a minibüsle yaptığımız yolculuk gelmedi
değil.Bilenler bilir,ama bu ondanda beterdi.Neyse Avusturalyalılarla ayrıldık,
çünkü onlar merkeze yakın bir hostelde kalmak istediler, ben ise manzaralı ve
adeta bir eko-farm olan bir hosteli gözüme kestirmiştim.Bir taksiye
atladım, merkezin biraz dışında ama
nefis And dağları ve şehir manzaralı La Casa De Francois adında bir fransızın
işlettiği hostele kendimi attım.Gerçekten çok hoş bir yer.Adamla biraz sohbet
ve biraz bilgi aldıktan sonra vakit kaybetmeden buranın anlam ve önemini belli
eden açık hava arkeoloji müzesini görmek istedim.Adam 3 km olduğunu ve
yürüyebileceğimi söyleyince hadi tabana kuvvet dedim.Yol üzerinde güzel bir
vegetaryan restoran olsuğunu duyunca keyfim iyice yerine geldi.Saat 13:00 gibi
yola çıktım.Tomato adında ki restoranda yemeğimi yedim.Yemek gerçekten
güzeldi.Genç bir Kolombiyalı kadınla bir alman sahipleri vardı.Yemekleri de
onlar yapıyorlardı.Yemek sonrası alman adam bir kağıda sarılı biraz alman
ekmeği bile verdi yolluk olarak.Yürüyerek parkın giriş kapısına vardım ki bizim
Avustralyalı çift te orda.Onlarla birlikte bütün parkı gezdik.Tahmini 3 saat
sürdü.Park çok güzel düzenlenmiş.Her taraf yemyeşil çimen ve çok güzel yürüme
yolları yapmışlar.Efendim içeriğine gelince, M.ö. 1000 yıllarına ait olduğu
rivayet olunan mezarlar.O zaman ki insanlar ölülerini taştan yapılmış bizim
lahitlere benzer yerlere gömüyorlar ve baş uçlarına da kocaman süslü taşlar
dikiyorlarmış.Gerçekten mistik bir havası var ve taşlar insanı etkiliyor.5 gibi
müzeden çıktık, onlar yürümek istemediler,hava kapalı ama güzel olduğu için ben
yürüyerek kasabaya indim.Biraz dolaştım,Malum plazayı görmezsem olmaz.Pastane
gibi bir yerde oturup, bir parça kekle kahve içtim.Hava kararmaya başlayınca
daha tırmanacak 1.5 km yolum olduğunu düşünerek,hostelin yolunu tuttum.Akşam
yemeği olarak tabii ki 3 dilim alman ekmeği.Bu hostelin dormu çok ferah ve hiç
ranza yok, hep double yataklar ve 6 kişilik.Bir İngiliz çift daha var.Yarın
onlarla hayatımda ilk defa at binerek diğer arkeolojik parkları da at üstünde
gezeceğiz.Zira araları biraz mesafeli.Dönüşte bir duş aldım, kendime bir
çay hazırladım ve bu satırları yazmaya
oturdum.Burada wi-fi olmadığı için biraz gecikmeli olacak sanırım.
30 Kasım 2012 Cuma
29 Kasım 2012 Perşembe
ELVADA SALENTO MERHABA POPAYAN
Sabah 6.30 da kalktım.Salento beni çok sevmiş olacak ki giderken yağmur yağıyordu.Toparlandım ve hostel hesabını akşam kapattığım için çantamı yüklenip otobüslerin kalktığı meydana çıktım.Her yer yine kapalı olduğu için marketten aldığım ufak keklerle daha önce bir kere içtiğim yerel kahveden bir kahveyle kahvaltımı yaptım, burası kahve bölgesi diye bayağı bir kahve içtim buralarda.İnsan fark etmeden şartlıyor herhalde kendini.Tam kahvenin parasını ödedim otobüs kalkmak üzereydi.Bir saat içinde Armenia ya vardık.Oradan Popayan a direk otobüs olmadığı için Önce Cali diye bir şehre bilet aldım.Bu şehir aslında salsa şehri diye biliniyor ve hafta sonları eğlenceli oluyormuş.Ben hem salsa için biraz yaşlı ve hem de günlerden Çarşamba olduğu için bu şehri pas geçtim.Oldum olası şehirleri sevmem zaten.Tahmini 3 saat diyor kitaplar ama Kolombiya saati diye bir şey var buralarda, üstüne en az bir saat ekliyorsun.8 de bindiğim otobüs 12:30 da Cali ye vardı.Oradan tekrar Popayan a 13:30 a bilet aldım ve onunda aslında 3 saat sürmesi bekleniyor ama saat 17:30 da terminale vardım.Aslında yolculuklarda yazılacak pek bir şey yok.Biraz uyur uyanık vaziyette geçiyor, biraz müzik dinliyorum ama bir şey okumak mümkün değil zira yollar çok bozuk, sarsıntıdan bir şey okunmuyor.Arada sırada küçük kasabalarda otobüse seyyar satıcılar biniyor ve bizim Karaköy vapurlarında olduğu gibi bir şeyler satmaya çalışıyor.Bazen de yiyecek satanlar binip iniyor.Ama ben sıhhi nedenlerle pek bir şeyler almıyorum.Onun yerine otogarlardan alacağımı alıp, pek bu satıcılar yüz vermiyorum.Zaten onlarda bana, herhalde turist olduğumu anliyorlar.Popayan küçük bir şehir, o yüzden otogardan hostelime yürüyerek vardım.Bu sefer Trail Hostel diye bir yerde kalıyorum.Ama bu gece ilk defa 8 kişilik bir dorm ve kız erkek karışık.Yani durum biraz karışık nasıl yatacağım bakalım.Bütün yataklarda dolu, ben herhalde üstümdekilerle yatarım artık.Hostele eşyalarımı bırakıp 1 km ilerdeki şehir meydanına hem gezmeye hem de yemeğe çıktım. Gerçekten hoş bir görüntüsü var şehrin.Bütün evler beyaza boyalı ve fazla 2 katlı eski taş binalar.Tam iş çıkışına rastladığım için her taraf cıvıl cıvıldı.Biraz sokaklarda dolaşıp bir cafe restoran karışımı bir yerde crep oriantal yedim.İçinde et olmayan bir tek o varmış.Buralarda dikkatimi çeken bir diğer hususta öğlen herkes dışarıda yediği için bütün restorantlar açık ve dolu, akşamları ise herkes evinde yediği için sanırım çoğu kapalı veya ruhsuz.Sadece çok kaliteli birkaç restoran açık oluyor.Ama zaten benim de yemekle işim olmuyor pek.Aslında güzel yerel lokantalar var ama çoğu saat 6-7 gibi kapatıyor,cafeler hariç.Neyse yine akşam oldu ve ben yarın sabah erkenden San Agustin denen küçük bir kasabaya gideceğim, otobüs saat 6:30 da ve yol 5-6 saat tabii kolombiyan saatini hesap etmek lazım.
28/11/2012
Çarşamba
28 Kasım 2012 Çarşamba
COCORA VADİSİ
Sabah 7:30, 9:30, 11:30 da kalkan cipler vardı.Cocora
vadisine hiç gitmediğim için en erken cipi almaya karar verdim.Tabii onun için
6:30 da kalktım ve yürüyüş için hazırlandım.Meydana saat 7 gibi vardım ama her
yer kapalıydı.Zaten kahvaltı yapmamaya alışmıştım.7:00 gibi insanlar toplanmaya
başladı.Bende kendime bir cip seçtim ve arkasına atladım.8 kişi bindik ama enteresan
olan arkasına dışarıda asılı olarak binen 2 kişi daha vardı.Cipler williys ama
bayağı bakımlılar.Yol yarım saat sürdü.Diğer ciplerle gelenlerle beraber 12-13
kişi yürüyüşe başladık.Başlangıçta düzce olan ve yemyeşil meralar ve otlayan
inekler arasından ilerledik.2 km. sonra patika daraldı ve jangle gibi bir yerde
nehrin kenarından tırmanmaya başladık.Gerçekten görüntü güzeldi, zaman zaman
patika nehrin karşısına tahta asma köprülerle geçiyordu.Böylece çok dik olmayan
ama taşların arasında güzel bir manzara ile 2 saat yürüdük.Burada kendimi
tebrik ettim zira diğer yürüyenler 25 yaş altı olmasına rağmen yoruldular ve
sık sık mola verdiler.Ben ve 2 alman çocuk onları beklemeden devam ettik.Tabii
alman oldukları ve benim Türk olduğumu duyunca çok mutlu oldular.Hatta bir
tanesinin çok yakın bir arkadaşı Türk’müş dolayısı ile birkaç kelime Türkçe
bile konuştu (otur lan-konuşma abi gibi)Saat 10 gibi Acaime denen bir yere
geldik meğerse burada 8-10 cins humming birds varmış.Onları gördük ve
resimledik.Aslında parka giriş ücretsiz ama burada 3.000 peso gibi bir bağış
alıyorlar ve yanında orada bulunan tek bir evde bedava içecek sunuyorlar.Çok şanslıydım
çünkü Kolombiyalıların meşhur kahvaltısı burada ki seçeneklerden biri.Kahve ve
içinde beyaz peynir.Tabii ki ondan istedim(adı chocolate santafereno).Ama ben
peyniri içine atmadım yanında ısırarak yedim.Burada en kötü şey kahveyi
sormadan şekerli veriyorlar.Biraz tadı acayipti, şekerli kahve ve tuzlu
bildiğiniz bizim beyaz peynir.Neyse bana iyi geldi.Biraz kuş resmi çektikten
sonra yola devam, 1 km. bayağı dik bir tırmanışla La Montana denen yere
çıktık.Tabii bu çıkışta almanlar beni sollayıp gittiler.Bende resimler çeke
çeke çıktım.Oradan sonra 5.3 kmlik bir yolla tekrar ciplerin oraya
varılıyor,ama başka yoldan veee yokuş aşağı.En önemlisi ise bu yol üzerinde
60-80 metre uzunlukta pine trees var.Bende görene kadar pek inanamadım ama
sonra onların oluşturduğu bölgeye gelince gözlerime inanamadım.Görüntü
gerçekten etkileyici idi.Bilmiyorum ama bayağı resim çektim,herhalde
seyrederken sıkılırız.Saat 12:15 gibi yine ciplerin oraya varmıştım, hem de
sapasağlam.Yani aşağı yukarı toplam 12 km. yol yürümüştüm, tabii bacaklar
ağrıyordu azıcık.Orada bulunan diğer insanlarla birlikte cipe doluşup 10 kişi
dönüşe geçtik.Yolda 5 kişi de arkaya asıldı, ve döndük.Kendimi hemen hostele
atıp güzel bir duş aldım ve biraz çamaşır yıkadım.Onları asıp aç olan karnımı
doyurmak için Lonely Planette bahsedilen ama benim bir türlü gidemediğim Lucy
nin yerine yemeğe gittim.Çok güzel bir esnaf lokantası ve çok ucuz.Önce bir
fasulya çorbası arkasından da koca bir tabak vegeteryan yemeğini 2 bardak taze
sıkılmış karışık meyve suyuyla götürdüm.Hepsi 6.000 peso yani 3 dolar.Bana 3
gün yeter herhalde.Meydan da biraz oturup ,marketten biraz alışveriş yaptım ve
hostele döndüm.Hostelin ortak mekanında biraz maillerime bakıyım derken
Hollandalı bir çocukla tanıştım.10 aydır aylak aylak Korsika ,Peru,Ekvador ve
Kolombiya da dolaşıyormuş.Tabii ondan gerekli bilgileri hemen kaptım ve not
aldım.Bilhassa Ekvator ve Peru bilgileri bayağı işime yarar.Salento’yu terk
etmeden önce bir de gidip şu Jesus Martins’te bir kahve içeyim de içimde
kalmasın dedim ve 7:00 gibi gittim.Ben kahveden anlamam ama gerçekten çok
lezzetliydi, ayrıca çok güzel bir ambiyansı vardı.Bu günlükte bu kadar, yarın
güneye Popoyan denen bir yere yolculuk var.
27 Kasım 2012 Salı
SALENTO'YA DEVAM
Sabah her zamanki saatim olan 8:00 de kalktım.Daha vaktim
olduğu için meydana gidip yerel bir kahvehanede kurabiye ve kahveden oluşan
kahvaltımı yaptım.Daha sonra tam 9:00 da kapıda kahve turu için diğer
insanlarla birlikte toplandık, tahmini 13-15 kişiydik.Çok şanslıydım zira bugün
son olarak İngilizce tur yapılacakmış.Zira İngiliz sahibi yarın bir aylığına
noel tatili için İngiltere ye
gidecekmiş.Adam bize 1.5 saate yakın kahve hakkında bilgi verdi, kahveyle arası
iyi olmayan ben nerdeyse kahve uzmanı oldum.Gelince biraz ukalalık yaparım
artık.Daha sonra 20 dk. Yürüyüşle bizi kahve çiftliğine götürdü.Orada görevli
olan birisi de baştan sona kahve prosesini uygulamalı olarak gösterdi.Tabii
sonrada yaptığı kahveden ikram etti.Yanında da çiftlikte yetiştirdikleri
portakal ve muzdan ikram etti.Çiftlikte biraz turladıktan sonra tam dönecektik
ki müthiş bir yağmur başladı.Mecburen biraz daha oyalandık, ama yağmurla o
görüntü bana iyi ki yağmur yağdı dedirtti.Zaten oldum olası yağmuru
severim.Turu saat 13:00 gibi bitirdik.Yağmur sonrası hava açtı ve güneş
çıktı.Siesta vakti, bahçede ki hamaklardan birine uzanıp biraz kitap
okudum.Öğleden sonra gidip meydanda biraz daha miskinlik yaptım ve akşam
yemeğinde güzel bir şeyler yemek için araştırma yaptım.Kendime güzel bir
lokanta bulup bir kadeh şarap söyledim.Yemek olarakta önce bir havuç çorbası
arkasından da bir vejetaryan hint yemeği ısmarladım.Ben tam çorbamı bitirmiştim
ki bizim hostelde kalan bir Slovenyalı çift restorana geldi(kahve turunda beraberdik) ve benim masama
oturmak için izin istediler.Tabii dedim, onlarda bişeyler ısmarladı.Sohbet
muhabbet derken onların yemekleri geldi, yediler filan ben hala
bekliyorum.Artık biraz fazla uzun sürünce yemeği sordum,meğer garson beni
yanlış anlamış sadece çorba ve şarap içeceğimi sanmış.Lokanta sahibi özür filan
diledi ama biz yine aç kaldık.Allahtan çorbayla biraz ekmek yemiştim.Hesabı
ödeyip oradan kalktık, ne yaparsın dil bilmeyince bunlara katlanacan.Gece o
çiftle meydanda biraz işikları seyrettik ve hostele geri döndük.Yarın sabah
Cocora Vadisi diye bir yere yürüyüşe gidicem, oraya giden cipler saat 7:30 da
kalkıyor, o yüzden bana iyi geceler.
26/11/2012 Pazartesi
26 Kasım 2012 Pazartesi
MERHABA SALENTO
Akşam Salento’ya hava kararmadan gitmem için sabah erkenden
kalkmam gerekti.Saat 6.15 te kalkmıştım,sırt çantamı toparladım ve 7:00
otobüsünü yakalamak için hostelin önüne çıktım,zira otobüsler hostelin önünden
geçiyordu.Odamdan çıkınca Suzan’ın da kalkmış ve bana kahve hazırladığını
gördüm.Ama ne yazık ki içecek vaktim yoktu.Dün gece onlara yanımda getirdiğim
birkaç ufak hediyeyi vermiştim,onlar için çok çok teşekkür etti ve yine
beklediklerini söyledi.Bu kısım biraz duygusaldı doğrusu.Neyse tahmin ettiğim
gibi otobüs 7:00 de geldi ve hemen atladım,doğruca Medellin.Yol 2 saat kadar
sürdü, fakat kuzey terminalinden güney terminaline bir vasıta daha yapmam
gerekti.Biraz cimrilik yaptım ve 2 terminal arası çalışan halk otobüslerine
bindim.Zaten vaktimde vardı.Güney terminalinde hemen Salento’dan geçen Armenia otobüslerine 9:30 a
bilet aldım.Etraftaki büfelerde kendime kahvaltılık bir şeyler bulup yedim.Oto
büs tam zamanında kalktı.Salento ayrımına kadar 6 saat yol vardı.Öncelikle
Salento ayrımında inmek istiyorum sözünü sözlük yardımıyla buldum ve
ezberledim, daha sonrada güzel bir uyku çektim.Bir yerde mola verdiler orada da
bunların puf böreği ile kolamı içip yola devam ettik.Saat 16:00 gibi müthiş İspanyolcamla şöföre yol
ayrımında bırakmasını söyledim.Şansıma yağmur çiseliyordu.Allahtan durak gibi
bir şey vardı ve onun altında yarım saat Salento otobüsü bekledim.Otobüse
bindim ve Salento girişinde , benim hostele yakın bir yerde indim.Yol çok
virajlı idi ama dağların manzarasından müthiş bir doğanın beni beklediğini anlamıştım.Zaten
hakkında yazılanlarda öyle söylüyordu.Hostel
Plantation House dieye bir yerde 4 kişilik bir dorm da yer buldum ve
eşyalarımı bırakıp biraz keşfe çıktım.Tabii öncelikle yine Main Plaza ya
gittim.Çok hareketli idi,zaten hafta sonları burası sayfiye yeri gibi
olurmuş.Meydanın biraz arkasında bir seyir tepesi vardı, güneş batmadan oraya
çıkıp biraz fotoğraf çektim.Ancak yine merdivenler canıma okudu.Gerçekten etraf
yemyeşildi.Dağlar dereler tabii keyfimi yerine getirdi.Bizim koz helva gibi ama
daha incesi iki yuvarlak arasına biraz çukulata ve sos koyup tatlı gibi
yedikleri bir şey var( adını şimdi unuttum bir ara yazarım) ondan alıp seyir
tepesinde biraz keyif yaptım.Hava kararmaya başlayınca meydana geri dönüp güzel
bir yemek yiyim dedim ama meydanda kilisenin yanında empedena yapan teyze
kanıma girdi,çok güzel yapıyordu.2 tane yedim ama bıraksalar 10 tane
yerdim,gerçekten çok lezzetliydi.Daha sonra baktım bir de gözde mısır
satıyorlar, bir tanede ondan yedim,tabii akşam yemeğini halletmiş oldum.Nedense
buralarda hiç acıkmıyorum.Elimde köz mısır yürüye yürüye hostelin yolunu
tuttum.Yarın sabah saat 9:00 da hazır olmam gerek çünkü bir turla kahve
plantasyonuna gideceğim.
25/11/2012 Pazar
25 Kasım 2012 Pazar
GUATAPE'DE TREKKİNG
Sabah müthiş bir göl manzarası ve ilk defa güneşli bir güne uyandım.Kahvaltı
sonrası Hostel sahibi İngiliz adam yakınlarda bir şelale olduğunu ve istersem
beni oraya götürebileceğini söyledi.Benim gibi trekkingciye bu sorulur mu,
hemen kabul ettim.Kalan diğer çiftin gözleri korktuğu için gelmediler.Sonuçta
hostel sahipleri, ben ve birde kızın yakınlarda oturan annesi(yani kayınvalide)hep
birlikte yola çıktık.Gerçekten harika bir parkurdu.Bazı yerlerde yol jangle
gibi oluyordu.1 saatlik bir yolculuk sonrası dere yatağından azıcık tırmanıp
şelaleye vardık.Adam beni yüzmek istersen mayonu yanına al diye uyarmıştı.İyi
ki almışım,hemen mayomu giydim ve onların şaşkın bakışları arasında sulara
dalıverdim.Gerçi soğuktu ama çok berrak ve keyifliydi.Daha sonra hazırladıkları
sandviçleri yedik ve dönüş yoluna koyulduk.Toplam 3-4 saat sürdü,ama itiraf edeyim,
çok keyif aldım.Sonra şehir merkezinde biraz oyalanıp hostele geri döndük.Akşam
yine hostel muhabbeti ve sonra ertesi günü yolculuk olduğu için erkenden yatış.
24/11/2012 Cumartesi
GUATAPE ÇOK GÜZELSİN
Sabah 7 gibi
uyandığımda daha Medellin’e gelmemiştik.Yolda büyük şehirleri ve kalabalığı pek
sevmediğimi düşünerek Medellin’i atlayıp doğrudan methini duyduğum küçük bir
sayfiye yeri olan Guatape’ye gitmeye karar verdim.Otogardan hemen bilet alarak
2 saat uzaklıktaki bu güzel yere geldim,iyi ki de gelmişim.Müthiş güzel doğası
olan ve büyük bir göl etrafında kurulu
bu yer gerçekten Kolombiya da ki Villa de Levya dan sonraki 2.ci favori yerim
oluverdi.Şansıma çok da güzel göl manzarası olan bir hostel buldum ve bana
kıyak yaparak tek kişilik bir oda verdiler.Sahipleri bayan Kolombiyalı, adam
ingiliz ve henüz 8 ay önce evlenmiş bir çift.Hosteli de 6 ay önce açmışlar.Beni
görünce çok heyecanlandılar ve çok sevindiler.Benden bir gece öncede İngiliz 2 çift gelmiş.Topu topu 3 kişiydik.Kendileride
hostelde kalıyorlardı,ikisi de çok cana yakın ve tatlılardı.Kız hemen bana bir
kahvaltı hazırladı ve biraz sohbet ettik, zaten benimde dilim şişmişti.Sonra
diğer ingilz çift kalktı, onlarla tanıştık.Malum hostel halleri.Odama
yerleştikten sonra hemen çantamı kaptım ve çok yakın olan kocaman bir kayaya
manzara seyretmeye gittim.Kaya çok büyük ve 720 merdivenle çıkılıyor,başka yolu
yok.Daha çok kaya tırmanıcıları gelip burada tırmanışlar yapıyorlarmış.Tıslaya
tıslaya merdivenleri çıktım, gerçekten bütün göl ve çevresini gören müthiş
manzarası var.Biraz fotoğraf çekip soluklandıktan sonra indim ve 2 km.
uzaklıktaki merkeze yürüdüm.Göl kıyısında biraz meditasyon sonrası saat 4 gibi
hostele döndüm.Hep birlikte bir hint restoranından yemek ısmarladık ve bira
filan içip sohbet ettik.Hazır İngilizleri bulmuşken muhabbeti
kaçırmadım.Hostelde kalan diğer İngiliz çift te 6 aylığına güney Amerika seyahatine
çıkmışlar, henüz bir ay olmuş daha Kolombiyayı bitirememişler.Akşam 10 civarı
gözlerim kapanmaya başladığı için ben yatmaya gittim, onlar daha videoda film
izlemeye oturdular.Nefis göl manzaralı odamda uyku beni bekliyordu.
CARTEGENA BENİ BENDE ONU SEVEMEDİM
Zorlu bir uyku sonrası ,saat her zaman ki saatim olan 8:00 de
kalktım.Tabii oda rakadaşlarım leş gibi uyuyorlardı.Sessizce heybemi kapıp
kendimi sokaklara attım.Akşam yatarken bugün Cartegena' yı terk etme gibi bir
fikir oluşmuştu kafamda.Zaten benim pek hoşlanmadığım bu şehirde beni sevmemiş
olacak ki hava yine kapalı idi.Neyse biryerde bir boğaçacı buldum ve bizim
açmalara benzer sıcak poğaçalardan alarak old town un yolunu tuttum.Yanına
birde güzel Kolombiya kahvesi aldım ve surların üzerinde bir kahvaltı
yaptım.Birazdan yağmur çiselemeye başladı ve hemen kararımı verdim.Buradan
gidecektim,ancak Medellin 12 saat olduğu için o yolu gece yapmam daha iyi
olurdu.Akşam üstü saat 5:30 da bir otobüs olduğunu öğrenince, o saate kadar
oyalanıp saat 15:00 gibi gidip sırt çantamı alıp yollara düşmem
gerekiyordu.Yağmur elverdiğince sokakları turladım,bir yerde yemek yedim ve
saati 3 yapınca hostele gidip çantamı aldım ve bir taksiye atladım çek otogara
dedim.Çok tatlı bir genç olan taksi şöförü ile tanıştım.O biraz İngilizce ,ben
ise azıcık İspanyolca bildiğim için tam tarzanca diyebileceğim bir dilde epey
konuştuk.Zira burada da trafik kötü olduğu için otogar yaklaşık 1 saat
sürdü.Otogarda biletimi aldım ve bir köşede otobüs saatimi beklemeye
başladım.Otobüs tam saatinde kalktı ve tıklım tıklım doluydu.Yolculuğun 12 saat
sürmesi bekleniyordu,ama tabii birde Kolombiya saati vardı.Bunları düşünürken
zaten az uyumuş olan ben uyuya kalmışım.
22/11/2012 Perşembe
24 Kasım 2012 Cumartesi
HA CARTEGENA HA BODRUM
Saat 9:30 da otogardan bir taksiye atladım ve bu güzel yerde
güzel bir yerde kalıyım diyerek, hostelden biraz daha iyi olduğunu tahmin
ettiğim bizim pansiyon butik otel arası bir yer olan villa Colonial diye bir
yerde kalmaya karar verdim.Şansıma orada yer yoktu ve hemen biraz ilerisinde
bulunan, lonely Planette te sözü geçen Media luna Hostele girdim ve kabus orda
başladı.Gerçekten büyük ve havuzuda olan bir hostel , meğer party hostelmiş.Ben
başka bir alternatif çalışmadığım için oraya peki dedim.Hostelde kalanların yaş
ortalaması 18-19 civarındaydı.En az 100 kişi vardı sanırım,Gençlik kampı
gibi,inanamazsınız.Neyse artık bunu da yaşamam gerekiyormuş dedim.Dormda bir
yatağa eşyalarımı koydum ve küçük sırt çantamı kaptığım gibi kendimi dışarı
attım.Birde koluma turuncu bir bant bağladılar ki o hostelde kaldığım belli
olsun ve giriş çıkışlar da kontrol kolay olsun diye.Ben damalı eşek gibi düştüm
yollara, lakin turist olduğumu banttan anlarlar endişesi ile flarımı o bantın
üzerine bağladım ve şehirde hep öyle dolaştım.Cartegena gerçekten bizim Bodrum
gibi bir yer.Çok turistik ve kalabalık.Bir de sıcak ve nemli ki anlatamam.Tam
benlik.Neyse moralimi yüksek tutarak old town denen surlarla çevrili yere
gittim.Gerçekten binalar ve ambians güzel,ancak Bodrum daki gibi satıcılar ve
dolar bozmak istiyenler peşinizi bırakmıyor.
Surların üzerinde bir yürüme yolu yapmışlar,isterseniz bütün
old town’un etrafını gezebiliyorsunuz.Bir tarafınızda okyanus, diğer tarafta
eski şehrin binaları hoş bir görüntü oluşturuyor.En rüzgar alan ve manzaralı
bir burçta yattım uzandım uzun süre.Biraz dinlendim ve düşündüm öylesine.Daha
sonra eski şehrin sokaklarını yürüdüm ve bulduğum her plazada biraz oturdum, en
güzeli plaza de Bolivar dı.Sabahtan beri bir şey yemediğim için yolda buda
resmi olan bir restoran ilgimi çekti ve hemen kendime vejetaryan tabağını
ısmarladım,güzeldi.Haşlanmış sebzeler,salata ve birazda pilavdan oluşuyordu,
tabii yanında freş meyva suyu.Saat 17:00
gibi fazla karanlık olmadan hostelime gitmem gerekiyordu, zira benim o güzel hostel
Getzemani denilen , hemen old town a yakın biryerdeydi ama hava karardıktan
sonra pek tekin olmadığını okumuştum.Nitekim dönerken bir adam yanıma yanaşıp
ot istyip istemediğimi sordu hemde İngilizce.No gracias filan diyerek durumu
idare ettim.
Hostele geldiğimde benim oda doluydu,6 yatak 6 sı da
full.Bir İsrailli,iki Norveçli,iki de Danimarkalı, hepsi de 20 yaş altı.Tabii
bana dede muamelesi yaptılar ama türk olduğumu duyunca çok şaşırdılar.Bilhassa İsrailli
biraz tırsmadı değil.Meğer akşam hostelin roofunda parti varmış ona
hazırlanıyorlarmış.Banyolar yapıldı,deodorantlar sıkıldı,traş olundu ve temiz
kıyafetler giyildi.Hepsi dede şimdi av zamanı filan dediler ama benim beyaz
sakallarımı görünce bana teklifte bile bulunmadılar.Zaten o kadar yoldan sonra
benim gözüm yataktaydı.Ama uyumak mümkün değil, bangır bangır salsa müziği
heryerde.Yatakta dön baba dönelim, esnemekten ağzım yırtılda ama uyumak mümkün
değil, neyse saat 1 gibi sızmışım ama bizimkiler ortalarda yoktu.Sadece sesleri
geliyordu, bide arada sırada odaya gelip, yanlarında getirdikleri içkilerden
alıyorlardı.Yukarda pahalı olsa gerek.Zaten bu Cartenega’ı pek sevmemiştim bu
gece daha da sıktım sıyrıldı.
21/11/2012 çarşamba
UZUN YOLCULUK
Bugün aslında pek yazılacak bir şey yok, zira yolculuk var,
ama öyle böyle değil.Geceli gündüzlü tamı tamına 24 saat.Buna can mı
dayanır.Neyse bu sabah yine keyfimi yaptım, yogamı yaptım, kahvemi içtim ama
asıl kahvaltıyı meydana bıraktım.Hesabı kapattıktan sonra sırtladım çantamı
düştüm yollara.Bu sefer taksi yok,yürümek gerek.Meydan da bir kahve ve kurabiye
molası verdim.Gerçekten de burası beni etkilemişti.Hele önümde yazılı olana
bakılırsa 20 saatlik bir yolculuk vardı.Aynı yollarla Tunja ya gittim.Villa de
Levya’dan yola çıktığımda saatim 9:30 du.Tunja dan 11:00 otobüsü ile göya 5
saat olan Bucaramanga diye bir şehre bilet aldım.Ama otobüsler tahmin
ettiğimden iyi çıktı.Bir kere koltuk aralıkları çok geniş ve içlerinde
tuvaletleri var(tuvalet fobimi söylediklerim ne dediğimi anlar).Ayrıca
air-condition ları sonuna kadar açıyorlar nedense.Herkes otobüse battaniyeleri
ile biniyor.Saat 6:00 gibi Bucaramangaya indim.Bir yerde mola verdi
oradada içinde ne olduğunu bilmediğim
bir çorba içmek zorunda kaldım.Bucaramangada gece otobüsü için saat 20:00 de
Cartenegaya bilet aldım.2 saat oralarda dolaştıktan sonra otobüse bindim.Tabii
yanıma elma ve suyumu almayı unutmadım.Otobüs full dolu idi.Hemen bir video filmi taktılar ama
bendeniz anlamadığım için bende müzik dinlemeyi seçtim.Karanlıkta uyuya kalka
yol aldık.Yine bir yerde mola verdi ama ben otobüsü kaçırırım diye bu sefer
inmedim.Sabah gözlerimi açtığımda saat 7:00 idi bizim hala 2 saatlik yolumuz
vardı.Saat tam 9:30 da Cartegena otogarına
girdik,dile kolay 24 saat.Hayatımın en uzun yolculuğunu yapmıştım
herhalde.Ama uyandıktan sonra yol çok güzel manzaraya sahipti doğrusu, bir
tarafta atlas okyanusu bir tarafta dağlar ve çok güzel ağaçlar.
20/11/2012 Salı
22 Kasım 2012 Perşembe
VİLLA DE LEVYA DA YAŞANIR
Öğle güzel bir uyku çekmişim ki, inanamazsınız. Sabah klasik
7:00 uyanıyorum buralarda.Tabii saat 9-10 da yatarsan böyle olur diyeceksiniz.O
sabah uykularını seven bana ne oldu bilmiyorum,meğer kendimi
tanımıyormuşum.Gerçekten burası cennet gibi bir yer,kimseler kalkmadan çimlerin
üzerinde uzun zamandır fırsat bulamadığım yogamı da yaptım.Hava bugün yine
bulutlu ama zaman zaman güneş kendini gösteriyor,her şey güzel.Sabah kahvaltımı
6.000 pesoluk olan meyve suyu, reçel, tereyağı, çay ve scrambled yumurtadan oluşan
menüden seçtim ve kuş sesleri arasında götürdüm.Daha sonra bisiklet kiralayıp
yakında 15 km de bir şelale olduğunu duyduğum yere gidecektim ama bütün
bisikletleri bozukmuş,şans ne yapalım evrene karşı gelinmiyor.Bende kasabayı
turlarım ve kısa yürüyüşler yaparım diye düşünerek heybemi kapıp, oda
arkadaşlarımla vedalaşarak yola koyuldum.
Meşhur
meydana gittim ve oturdum,çok enteresan bir yer bu meydan; insanı ipnotize
ediyor sanki, bıraksalar öylece oturacam.Ama içimden bir ses azıcık etrafı
dolaş, tembellik yapma dedi.Öyle dolaşırken şansıma önüme bisiklet kiralayan
bir dükkan çıkardı.Baktım bir turist çift te kiralıyor, bir cesaret bende kiralıyım
dedim.Ama herif bana külüstür bir tane verince başka istedim yok filan
dedi,gözü kör olsun lisan bilmeyince, bazen derdini anlatamıyorsun.Neyse dedim
başımıza varsa bir gelecek, çekeriz.2 saatliğine 6.000 peso verip atladım bisiklete.Ama
epeydir ona da binmediğim için en ufak yokuşlarda bile inip itmek durumunda
kaldım.Olsun doğa içinde yakınlarda 3 tane göl varmış, birde bir çöl
bitkilerinin olduğu bir botanik garden’ı bu sayede görmüş oldum.Gerçekten
yürünmezmiş.Arada sırada ağaçlar altında molalar vererek geri döndüm.Külüstürü
geri verdim ve plaza da biraz nefeslendim.Daha sonra bir marketten alış veriş
yaptım ve su ile meyvelerimi alıp hostelde keyif yapmaya gittim.Kısa bir duş
sonrası karnım acıktığı için çok hoş olan açık hava mutfakta aldığım makarnayı
pişirdim.Yalnız sos bulamadığım için yoğurt diye aldığım şey şekerli ayran
çıkınca makarnamı mutfakta bulunan baharatlarla tatlandırmam
gerekti.Anlayacağınız ilk yemeğimi pişirdim.Ama hostellerin rajonu galiba bu.Zira
herkes az parayla gezdiği için kendi
yemeklerini kendi yapıyorlar.Bu arada benim oda arkadaşlarımı görünce
şaşırdım,bir tanesini kasabada gezerken bir köpek ısırmış o yüzden gitmelerini birkaç
saat ertelemişler.Tabii diş doktoru hemen olaya el koydu ve tam baldırından
ısırdığı yeri biraz pansumanla kapattık.Kuduz aşısı olup olmadığını sordum, yok
dedi ama önemsemedi.Gençlik işte ne yaparsın,ben elimden geleni yapmıştım.Daha
sonra bahçede kurulu hamaklardan birine yatarak Kolombiya kahvemi yudumladım ve
kitabımı okudum.Nedense burada çok güzel bir enerji vardı.Daha sonra ayrı ayrı
gezen ama burada buluşmuş olan 3 almanla biraz muhabbet ettik.Gerçekten neden
bilmem ama bu almanlar gezmeyi biliyor.Daha sonra bize Kanadalı, bir büyük
otelin restoranında şarap direktörlüğü yapan bir çocuk katıldı.Akşam saatlerinde almanlardan biri, burada güzel felafel yapıyorlar ama çok büyük benimle bölüşmek isteyen varmı diyince hemen atladım.Köklerimizde araplık var nede olsa.Gele gele yufka ekmeğine sarılı iki felefel ve salata geldi, nerde bizim Şamda yediklerimiz dedirtti tabii.Şarap marap
derken yatma vakti geldi ve herkes odasına çekildi.
ELVADA BOGOTA
Bogota’ya evlada deme vakti geldi.Bugün çok merak ettiğim
küçük bir kasabaya, Villa De Levya ya gideceğim.Sabah 8 gibi otelden ayrıldım
ve bir taksi ile otogara gittim.Oradan Tunja ya giden otobse bindim ve 1.5 saat
sonra Tunja da idim.Oradan tekrar ama bu sefer küçük bir minibüse bindim ve
dura kalka 39 km lik yolu 2 saate alarak kasabama geldim.Gerçekten dedikleri
gibi küçük, otogarından belli.Hemen bir taksiye atladım ve Lonely Planette çok
beğenilen Recoster Hostele gittim.Gerçektende methedildiği kadar varmış.Kapıdan
girince tamam dedim, huzuru burada bulurum.Reservasyonum olmadığı için yer
olmayabilir düşüncesini kafamdan atarak, yani evrene kötü mesaj gitmesin diye
hemen yer sordum.Resepsiyondaki çocuk azıcık İngilizce bilince işim daha da
kolaylaştı.4 kişilik bir dorm da bana tek başıma yine bir yatak
verdiler.Aslında insanlar buraya outdor aktiveleri için geliyorlarmış.Neyse ben
eşyalarımı bırakıp 1.5 km uzaklık taki merkeze keşfe çıktım.Bu hostel merkeze
uzak ama doğa içinde olması ve kuş sesleri ile birlikte uyumak isteyenler için
ideal,yani ben.4-5 kişi vardı 2 de çadırlı çift vardı.Kasaba küçük ama maşallah
kocaman bir meydanı var.Beykoz nüfusunu doldursan alır.İnsan bu kadar küçük
kasabaya bu kadar büyük meydanı niçin yapmışlar diye düşünmeden
edemiyor.Meydanın etrafında küçük,şirin bahçeli evler var.Sokakları dar ama
keyifli.Resepsiyondaki çocuk yarın kapalı olacağını söylediği bir müzeyi(açık
hava arkeoloji müzesi)bende vakit varken gidiyim göreyim dedim.4--5 km.
miş.Yürünür dedi.Bende elimde bir harita çıktım yola.Kardeşim ne 4-5 km
miş,yürü yürü bitmedi.tabii benim bacaklar daha açılmamış,anam ağladı.Neyse ki
yol toprak ve etraf çok güzeldi.Müthiş bir doğa içinden en az 2 saat
yürüdüm.Müzeye gelince başka bir şok, toplam 500 metrekare bir alanda dikili
taşlar.Bizim peri bacaları on basar.Neyse yarım saatte gezdim ve tekrar yollara
düştüm.Allahtan hava bulutlu idi,yoksa güneş altında perişan olurdum.Sağa sola
bakınarak tekrar meydana geldim ve ilk gördüğüm cafeden kendime buz gibi bir
bira ısmarladım.Hava kararmaya başlamıştı ve daha benim hostele kadar yokuş
yukarı 1.5 km yolum vardı.Ama karnım acıkmıştı ve öğlen yemeğini de pas geçip
meyveyle geçiştirmiştim.Yine lonely Planetten bulduğum basit bir restorana
gittim.Adı Casa Blanca ama içi klasik bizim tahta sandalyeli ve masalı
restoranlara benziyor.Zor bela kendime sebze çorbası ve sadece pilav yanı salata
ve sote edilmiş mantar olan bir vejetaryan tabağı ısmarladım.Adamlar biraz
şaşırdı zira orası et yemekleri ile ünlü bir yermiş.Biraz dinlenmiştim ama o
biradan sonra epeyi zorlandım doğrusu.Hostele gidince bir baktım benim odada 2
yabancı.Neyse yalnızlığım sona erecek dedim ama hevesim kursağımda kaldı.Zira
bu 2 amerikalı (Meksiko citylilermiş)bir gece kalıp yarın yakınlarda su
sporları ve paraclyding yapılan San Gil’e geçeceklermiş.Olsun en azından bu
gece horlamamla rahatsız edeceğim birileri olacaktı.Açık havada biraz muhabbet
sonrası yattım zira o yol beni yormuştu.
19 Kasım 2012 Pazartesi
ZİPAQUİARA TUZ KATEDRALİ
Bugün kendimi aşıp,sınırlarımı zorlamaya karar
verdim.Bogotanın 50 km. kuzeyinde bulunan bir tuz katedrali varmış herkes çok
beğenerek anlatmış, bende gidiyim bari dedim.Ne de olsa Bogota’yı
bitirmiştim.Ancak öncelikle Transmileno denen toplu taşıma araçları ile Portal
Norte denen bir yere gidip, oradan minibüslerle Zipaquiara denen bir kasabaya
gitmem gerekiyordu.Akşamdan derslerimi çalışmıştım tabii.Sabah herkes yatağında
iken yani karga bokunu yemeden ben yollara düştüm.Saat 8 de transmileno da B 74 nolu otobüse bindim.Tabii
bilet almak ve hangi yöne gideceğime karar vermek bile biraz zamanımı
aldı.Neyse başardım ve otobüsle bayağı uzağa 14 durak falan gittik.Ama bu
transmileno otobüsleri kendilerine ayrılan özel bir yerden gidiyorlar ve şehri
n kuzeyinden güneyine çalışıyorlar, öyle her yere gitmiyorlar.Yinede 1 saate
yakın tuttu ve Portal Norte yazısını görünce hemen kendimi attım
aşağıya.Gerçekten oradan minibüsler kalkıyor birçok yere,Zipa minibüsünü buldum
ve atladım.Bunlar bizim minibüslerle küçük otobüs arası bir vasıta.Ama sistem
aynı bizim minibüsler gibi her yerde duruyor ve kalkıyorlar.Korna çalarak ördek
topluyorlar.50 km yi tam 2 saatte aldık.Zipa da inince 1.5 km kadar yürüyorsun
katedrale ulaşmak için.Ama buraya kadar gelmişken buralarda her kasaba ve
şehirde olmazsa olmaz meydanını bir göreyim dedim.Sallana sallana , bir sürü
küçük cafe, yiyecek yerleri ve incik boncuk turistik eşya satan yerlerden
geçerek meydana ulaştım.Bu arada hiç bir şey alamayacağım için o turistik
dükkanların önünden öylesine geçmek çok hoş oldu,alışveriş stresi yok.Yalnız
gezmenin bir avantajı işte ne yaparsınız.Meydanda çok büyük bir kalabalık
toplanmış sanki belediye başkanı da onlara konuşma yapıyordu.Tabii benim zayıf İspanyolcam
yine yetmedi neler olup bittiğini anlamaya .Neyse ufak tefek resim olayları
sonrası çıktım tepedeki madene.Biletimizi alıp girdik sıraya.Etraf biraz
turistik kokuyordu ama geldik bir kere.Maden tepede olduğu için, manzara
güzeldi.İçerde sıkışıklık olmasın diye gruplar halinde giriliyor ve her gruba
bir rehber veriyorlar ama tabii sadece İspanyolca.Enteresan olan bu kadar
turistik bir yerde bile her şey ve bütün yazılar İspanyolca.Tabii içeri girer
girmez ben anlatılanları anlamadığım için grubu sollayıp kendim gezmeye karar
verdim.Bildiğimiz maden ama içerde bazı galerileri yontarak haç ve dini
sembollerle süslemişler.Bayağı uzun, ölçmedim ama 2 km kadar iniyorsun.Aşağıda
olayı bitirmişler ve bir klise yapmışlar, cafeler hediyelik eşya satan yerler
filan.Bir kocaman galerinin tavanında da işık gösteri ile ışık oyunlarından
oluşan 10 dk lık bir gösteri izledim.Oraya
kadar gelmeme değdi.Oradan çıkıp soluğu o meydanda aldım tekrar.Karnım acıkmıştı
ve aranırken bir süpermarket buldum.İçeri girip biraz elma ve su almak istedim
ama Allah verdi iki göz.Baktım self servis küçük bir restoranı var,hemen
tepsimi kapıp girdim sıraya.Güzel bir sıcak sebze çorbası ve biraz pilav ve
yanında salata çok iyi geldi.Daha sonra aynı yolları takip ederek Bogota ya
geri döndüm ama tabii dönüş c.tesi kalabalığına rastladığı için biraz daha uzun
sürdü.Ben hostele girer girmez sağanak yağmur başladı.Akşam yemeği olarak
aldığım elmaları yedim.Doırma bir arkadaş gelmişti.Arjantinli bir kız ama gram İngilizce
bilmiyor.Bende de İspanyolca yok ama o sanki ben anlıyormuşum gibi sürekli
konuşuyor.Arada Boines Aires te unıversitede çalıştığını ve yarın uçakla
Carteganaya gideceğini 3-4 günlük bir tatil yapacağını anladım.o O benim
söylediklerimin ne kadarını anladı bilemem.Bir ara o İspanyolca ben İngilizce bir
şeyler anlatıyorduk.Hostelde akşam happy hour vardı ama benim alkolle aram
olmadığı için biraz bilgisayar ve sonra tombi yatak.yarın yine zorlu Villa de
Levya yolculuğu var.
17 Kasım 2012 Cumartesi
ÇABUK BİR BOGOTA TURU
Benim gibi adama Bogota mı dayanır.Nerdeyse bir günde bitirdim şehri.Sabah erkenden soluğu Bolivar meydanın da aldım.Herkes işine koşuştururken ben tembel tenbel oturup meydanın ve kumruların keyfini çıkardım.Bizim Eminönü meydanı gibi, heryerde kumrular var.Daha sonra sırası ile Altın müzesi,Botero müzesi,Modern Art müzesi,Santa Clara ve San Francisco kiliseleri gezildi.Öğlen yemeği sağlıklı beslenildi ve sadece meyve yendi.Öğleden sonra Monserrato tepesine teleferik ile çıkıldı ve Bogota manzarası alindi.Ancak hava bulutlu olduğu için pek keyifli değildi ama Şehrin tamamını yukardan görmek hoş oldu.İnişte hemen yakınlardaki Bolivarın evi gezildi.Herif gerçekten iyi bir hayat yaşamış,bir kahraman mı yoksa bir eşkiyamı olduğu hala bir muamma.Oralarda yer alan Andes üniversitesi önündeki çimenler yayılıp birazcık eski gençlik günlerime döndüm.Akşam yemeği için Lonely Planette yer alan Yumi Yumi adındaki restoran -cafe karışımı yerde bir şeyler yendikten sonra hostele döndüm.Cuma akşamı olduğu için her taraf çok kalabalıktı ve potansiyel dağıtma halınde insanlar cafe ve barlar önünde bekleşiyorlardı.İyi bir uykuyu hakettiğimi düşünüyorum
16/11/2012 Cuma.
16/11/2012 Cuma.
İŞTE BOGOTA
16 Kasım 2012 Cuma
NİHAYET BOGOTA
Bundan tam 3 sene önce bir güney amerika seyahati yapmaya karar vermiştim.O zamanlar sadece 2012 kasımında gitmeyi kendime hedef koymuş ve ufaktan hazırlıklara girişmiş, minik minik planlar yapmaya başlamıştım.Öncelikle biraz İspanyolca öğrenmem gerektiğini düşünmüştüm, bu nedenle Servanteste bir ispanyolca kursuna yazıldım.2 kur devam ettim ve yeteceğini düşünerek bıraktım, şimdi Bogotada bir kaç kur daha devam etseymişim demiyor değilim.Zira burada herkes ispanyolca konuşuyor ve kendimi biraz eksik hissediyorum.
Küçüklüğümden beri yolculukları sevmişimdir, bunun nedeni Tarsus'ta yatılı okurken sık sık yapmak zorunda olduğum yolculuklar olabilir.Bir arkadaşım bana gitmeler iyidir demişti, şimdi onu daha iyi anlıyorum.İnsan hele birde yalnız çıktığı yolculuklarda kendini daha iyi tanıma fırsatı buluyor sanırım.Yolculukların başlangıcı mı, yoksa kendisi mi, yoksa sonundaki kavuşmalar mı iyi onu herhalde bu uzun seyahatim sonunda daha iyi değerlendireceğim sanırım.
Bu kadar felsefe yeter sanırım.Sonunda bu gün 15 kasım 2012 ve ben Bogota'da bir hosteldeyim.İnsan kafasına bir şeyi koydumu yapmalı bence.Air France ile yaptığım 18 sattlik İstanbul-paris-Bogota yolculuğum sonucu 3 sene önce yapmayı planladığım yolculuğum başladı.Bulutlu ve hafif yağmurlu bir günde Bogota'nın El Dorado havaalanına indim.Sıcaklık 18 derece ve ben çat pat ispanyolcam ile pasaporttan geçtim.Tabii tahmin edersiniz ki Türkiye'nin yeri ve konumu konusunda ufak bir ders vermem gerekti oradakilere.Pek anladıklarını zannetmem ama damgayı vurdular sonunda.
Yanımda hiç Kolombiya pesosu (1.800kolombiya pesosu=1 dolar yani bir lira gibi birşey) olmadığı için ilk sınavımı bankamatik önünde verdim.Uzun uğraşlar sonrası 100.000 kolombiya pesosu çekmeyi başardım ve kendimi bir taksiye attım.Lonely Planetten 30.000 tutmasını beklediğim ücret daha az 20.000 peso tuttu.Taksici beni Tip Top hostelin önünde bıraktığında, bu yanlız yolculuğuımun başladığını anladım.Ancak o hostel de boya badana işleri olduğunu görünce 5 blok ötede yine Lonely Planet'ten bulduğum Explora Hostele doğru sırt çantamı yüklenip şaşkın şaşkın yürümeye başladım.
Bu hostelde resepsiyondaki Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir kız kapıyı açtı ve hemen ingilizce bilip bilmediğini sordum.Bana yarım ingilizcesi ile 4 kişilik bir dorm da tek başıma 20.000 pesoya kalabileceğimi söylediğinde hemen kabul ettim.Sırt çantamı yatağın altındaki sandık gibi kilitli bir şeye kilitleyip , kendimi Bogota sokaklarına bıraktım.Nerdeyse bir gün boyunca çok az konuştuğum için dilim şişmeye başlamıştı.Kız dan bir harita istedim ve hafif yağmurlu Bogota sokaklarına daldım.
Bogota akşam saat 17:00 gibi bana tipik bir büyük şehir izlenimi verdi.Hostel üniversiteye yakın olduğu için ve mesai bitim saati geldiği için herkes bir taraflara yetişmeye çalışırken ben aheste aheste dolanıyordum.Daha önceden okuduğum kolombiyalıların espenada dedikleri ( bizim bildiğimiz kırk yıllık puf börekleri yapan) dükkanı görünce kendimi içeri attım ve 3 tanesi 1.000 pesodan sebzeli espenadaları mideye indirdim.Küçük bi,r şehir turu sonrası hostele dönüp meşhur kolombiya kahvesini de içince tamam artık dönebilirim galiba dedim.Şaka bir yana 18 saat yolculuk yormamıştı ama biraz sersemleştirmişti beni.Birazda yarın için dersime çalışıp tombi yatak yapacağım.Adios, hasta luego (bye daha sonra göüşmek üzere).
15/11/2012 Perşembe
Küçüklüğümden beri yolculukları sevmişimdir, bunun nedeni Tarsus'ta yatılı okurken sık sık yapmak zorunda olduğum yolculuklar olabilir.Bir arkadaşım bana gitmeler iyidir demişti, şimdi onu daha iyi anlıyorum.İnsan hele birde yalnız çıktığı yolculuklarda kendini daha iyi tanıma fırsatı buluyor sanırım.Yolculukların başlangıcı mı, yoksa kendisi mi, yoksa sonundaki kavuşmalar mı iyi onu herhalde bu uzun seyahatim sonunda daha iyi değerlendireceğim sanırım.
Bu kadar felsefe yeter sanırım.Sonunda bu gün 15 kasım 2012 ve ben Bogota'da bir hosteldeyim.İnsan kafasına bir şeyi koydumu yapmalı bence.Air France ile yaptığım 18 sattlik İstanbul-paris-Bogota yolculuğum sonucu 3 sene önce yapmayı planladığım yolculuğum başladı.Bulutlu ve hafif yağmurlu bir günde Bogota'nın El Dorado havaalanına indim.Sıcaklık 18 derece ve ben çat pat ispanyolcam ile pasaporttan geçtim.Tabii tahmin edersiniz ki Türkiye'nin yeri ve konumu konusunda ufak bir ders vermem gerekti oradakilere.Pek anladıklarını zannetmem ama damgayı vurdular sonunda.
Yanımda hiç Kolombiya pesosu (1.800kolombiya pesosu=1 dolar yani bir lira gibi birşey) olmadığı için ilk sınavımı bankamatik önünde verdim.Uzun uğraşlar sonrası 100.000 kolombiya pesosu çekmeyi başardım ve kendimi bir taksiye attım.Lonely Planetten 30.000 tutmasını beklediğim ücret daha az 20.000 peso tuttu.Taksici beni Tip Top hostelin önünde bıraktığında, bu yanlız yolculuğuımun başladığını anladım.Ancak o hostel de boya badana işleri olduğunu görünce 5 blok ötede yine Lonely Planet'ten bulduğum Explora Hostele doğru sırt çantamı yüklenip şaşkın şaşkın yürümeye başladım.
Bu hostelde resepsiyondaki Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir kız kapıyı açtı ve hemen ingilizce bilip bilmediğini sordum.Bana yarım ingilizcesi ile 4 kişilik bir dorm da tek başıma 20.000 pesoya kalabileceğimi söylediğinde hemen kabul ettim.Sırt çantamı yatağın altındaki sandık gibi kilitli bir şeye kilitleyip , kendimi Bogota sokaklarına bıraktım.Nerdeyse bir gün boyunca çok az konuştuğum için dilim şişmeye başlamıştı.Kız dan bir harita istedim ve hafif yağmurlu Bogota sokaklarına daldım.
Bogota akşam saat 17:00 gibi bana tipik bir büyük şehir izlenimi verdi.Hostel üniversiteye yakın olduğu için ve mesai bitim saati geldiği için herkes bir taraflara yetişmeye çalışırken ben aheste aheste dolanıyordum.Daha önceden okuduğum kolombiyalıların espenada dedikleri ( bizim bildiğimiz kırk yıllık puf börekleri yapan) dükkanı görünce kendimi içeri attım ve 3 tanesi 1.000 pesodan sebzeli espenadaları mideye indirdim.Küçük bi,r şehir turu sonrası hostele dönüp meşhur kolombiya kahvesini de içince tamam artık dönebilirim galiba dedim.Şaka bir yana 18 saat yolculuk yormamıştı ama biraz sersemleştirmişti beni.Birazda yarın için dersime çalışıp tombi yatak yapacağım.Adios, hasta luego (bye daha sonra göüşmek üzere).
15/11/2012 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)