30 Kasım 2012 Cuma

UNUTULAN YER SAN AGUSTİN


Sabah 6:00 kalktım, dormdakileri uyandırmadan sırt çantamı aldım ve geldiğim gibi yürüyerek otogara yola çıktım.Ama 6:30 da otobüs filan yokmuş,en yakın zamanda saat 8:00 deymiş.Neyse olur böyle ufak tefek aksaklıklar diyerek,güzel bir kahvaltı yapıyım dedim.Fakat o saatte sadece büfe tipi yerler açık olduğu için bir büfeden peynirli bir sandviç ve yanında tabii ki Kolombiya kahvesi içtim.Biletimi aldım ve otobüsü beklemeye başladım.Birazdan turist oldukları belli olan ve sonradan Avustralyalı olduklarını öğrendiğim benim yaşlarımda bir çift geldi ve çaylak çaylak bakınıyorlardı.Hemen San Agustin mi diye sordum, sevinçle evet dediler.Bu halimle onlara yardım ettim ve aynı otobüse onlara da bilet aldık.Saatinde kalktık ama ne yolculuk,anlatılır gibi değil.Bir kere yol toprak ve taşlı,üstelik daracık.Fakat bizim şoför bir manyak,nasıl gidiyor anlatamam.Otobüs tamamen dolu olmasına rağmen herif sanki F1 pilotu gibiydi.Ben hayatımda böyle korkunç ve zıplamaktan kıçımın ağrıdığı bir yolculuk yapmadım.Ama bir işe yaradı adam bizi nerdeyse 4 saatte San Agustine attı.Yolda aklıma Karadeniz turunda Barhal a minibüsle yaptığımız yolculuk gelmedi değil.Bilenler bilir,ama bu ondanda beterdi.Neyse Avusturalyalılarla ayrıldık, çünkü onlar merkeze yakın bir hostelde kalmak istediler, ben ise manzaralı ve adeta bir eko-farm olan bir hosteli gözüme kestirmiştim.Bir taksiye atladım,  merkezin biraz dışında ama nefis And dağları ve şehir manzaralı La Casa De Francois adında bir fransızın işlettiği hostele kendimi attım.Gerçekten çok hoş bir yer.Adamla biraz sohbet ve biraz bilgi aldıktan sonra vakit kaybetmeden buranın anlam ve önemini belli eden açık hava arkeoloji müzesini görmek istedim.Adam 3 km olduğunu ve yürüyebileceğimi söyleyince hadi tabana kuvvet dedim.Yol üzerinde güzel bir vegetaryan restoran olsuğunu duyunca keyfim iyice yerine geldi.Saat 13:00 gibi yola çıktım.Tomato adında ki restoranda yemeğimi yedim.Yemek gerçekten güzeldi.Genç bir Kolombiyalı kadınla bir alman sahipleri vardı.Yemekleri de onlar yapıyorlardı.Yemek sonrası alman adam bir kağıda sarılı biraz alman ekmeği bile verdi yolluk olarak.Yürüyerek parkın giriş kapısına vardım ki bizim Avustralyalı çift te orda.Onlarla birlikte bütün parkı gezdik.Tahmini 3 saat sürdü.Park çok güzel düzenlenmiş.Her taraf yemyeşil çimen ve çok güzel yürüme yolları yapmışlar.Efendim içeriğine gelince, M.ö. 1000 yıllarına ait olduğu rivayet olunan mezarlar.O zaman ki insanlar ölülerini taştan yapılmış bizim lahitlere benzer yerlere gömüyorlar ve baş uçlarına da kocaman süslü taşlar dikiyorlarmış.Gerçekten mistik bir havası var ve taşlar insanı etkiliyor.5 gibi müzeden çıktık, onlar yürümek istemediler,hava kapalı ama güzel olduğu için ben yürüyerek kasabaya indim.Biraz dolaştım,Malum plazayı görmezsem olmaz.Pastane gibi bir yerde oturup, bir parça kekle kahve içtim.Hava kararmaya başlayınca daha tırmanacak 1.5 km yolum olduğunu düşünerek,hostelin yolunu tuttum.Akşam yemeği olarak tabii ki 3 dilim alman ekmeği.Bu hostelin dormu çok ferah ve hiç ranza yok, hep double yataklar ve 6 kişilik.Bir İngiliz çift daha var.Yarın onlarla hayatımda ilk defa at binerek diğer arkeolojik parkları da at üstünde gezeceğiz.Zira araları biraz mesafeli.Dönüşte bir duş aldım, kendime bir çay  hazırladım ve bu satırları yazmaya oturdum.Burada wi-fi olmadığı için biraz gecikmeli olacak sanırım.

                                                                       29/11/2012 Perşembe


 

 

29 Kasım 2012 Perşembe

ELVADA SALENTO MERHABA POPAYAN


Sabah 6.30 da kalktım.Salento beni çok sevmiş olacak ki giderken yağmur yağıyordu.Toparlandım ve hostel hesabını akşam kapattığım için çantamı yüklenip otobüslerin kalktığı meydana çıktım.Her yer yine kapalı olduğu için marketten aldığım ufak keklerle daha önce bir kere içtiğim yerel kahveden bir kahveyle  kahvaltımı yaptım, burası kahve bölgesi diye bayağı bir kahve içtim buralarda.İnsan fark etmeden şartlıyor herhalde kendini.Tam kahvenin parasını ödedim otobüs kalkmak üzereydi.Bir saat içinde Armenia ya vardık.Oradan Popayan a direk otobüs olmadığı için Önce Cali diye bir şehre bilet aldım.Bu şehir aslında salsa şehri diye biliniyor ve hafta sonları eğlenceli oluyormuş.Ben hem salsa için biraz yaşlı ve hem de günlerden Çarşamba olduğu için bu şehri pas geçtim.Oldum olası şehirleri sevmem zaten.Tahmini 3 saat diyor kitaplar ama Kolombiya saati diye bir şey var buralarda, üstüne en az bir saat ekliyorsun.8 de bindiğim otobüs 12:30 da Cali ye vardı.Oradan tekrar Popayan a 13:30 a bilet aldım ve onunda aslında 3 saat sürmesi bekleniyor ama saat 17:30 da terminale vardım.Aslında yolculuklarda yazılacak pek bir şey yok.Biraz uyur uyanık vaziyette geçiyor, biraz müzik dinliyorum ama bir şey okumak mümkün değil zira yollar çok bozuk, sarsıntıdan bir şey okunmuyor.Arada sırada küçük kasabalarda otobüse seyyar satıcılar biniyor ve bizim Karaköy vapurlarında olduğu gibi bir şeyler satmaya çalışıyor.Bazen de yiyecek satanlar binip iniyor.Ama ben sıhhi nedenlerle pek bir şeyler almıyorum.Onun yerine otogarlardan alacağımı alıp, pek bu satıcılar yüz vermiyorum.Zaten onlarda bana, herhalde turist olduğumu anliyorlar.Popayan küçük bir şehir, o yüzden otogardan hostelime yürüyerek vardım.Bu sefer Trail Hostel diye bir yerde kalıyorum.Ama bu gece ilk defa 8 kişilik bir dorm ve kız erkek karışık.Yani durum biraz karışık nasıl yatacağım bakalım.Bütün yataklarda dolu, ben herhalde üstümdekilerle yatarım artık.Hostele eşyalarımı bırakıp 1 km ilerdeki şehir meydanına hem gezmeye hem de yemeğe çıktım. Gerçekten hoş bir görüntüsü var şehrin.Bütün evler beyaza boyalı ve fazla 2 katlı eski taş binalar.Tam iş çıkışına rastladığım için her taraf cıvıl cıvıldı.Biraz sokaklarda dolaşıp bir cafe restoran karışımı bir yerde crep oriantal yedim.İçinde et olmayan bir tek o varmış.Buralarda dikkatimi çeken bir diğer hususta öğlen herkes dışarıda yediği için bütün restorantlar açık ve dolu, akşamları ise herkes evinde yediği için sanırım çoğu kapalı veya ruhsuz.Sadece çok kaliteli birkaç restoran açık oluyor.Ama zaten benim de yemekle işim olmuyor pek.Aslında güzel yerel lokantalar var ama çoğu saat 6-7 gibi kapatıyor,cafeler hariç.Neyse yine akşam oldu ve ben yarın sabah erkenden San Agustin denen küçük bir kasabaya gideceğim, otobüs saat 6:30 da ve yol 5-6 saat tabii kolombiyan saatini hesap etmek lazım.

                                                                      28/11/2012 Çarşamba

28 Kasım 2012 Çarşamba

COCORA VADİSİ


Sabah 7:30, 9:30, 11:30 da kalkan cipler vardı.Cocora vadisine hiç gitmediğim için en erken cipi almaya karar verdim.Tabii onun için 6:30 da kalktım ve yürüyüş için hazırlandım.Meydana saat 7 gibi vardım ama her yer kapalıydı.Zaten kahvaltı yapmamaya alışmıştım.7:00 gibi insanlar toplanmaya başladı.Bende kendime bir cip seçtim ve arkasına atladım.8 kişi bindik ama enteresan olan arkasına dışarıda asılı olarak binen 2 kişi daha vardı.Cipler williys ama bayağı bakımlılar.Yol yarım saat sürdü.Diğer ciplerle gelenlerle beraber 12-13 kişi yürüyüşe başladık.Başlangıçta düzce olan ve yemyeşil meralar ve otlayan inekler arasından ilerledik.2 km. sonra patika daraldı ve jangle gibi bir yerde nehrin kenarından tırmanmaya başladık.Gerçekten görüntü güzeldi, zaman zaman patika nehrin karşısına tahta asma köprülerle geçiyordu.Böylece çok dik olmayan ama taşların arasında güzel bir manzara ile 2 saat yürüdük.Burada kendimi tebrik ettim zira diğer yürüyenler 25 yaş altı olmasına rağmen yoruldular ve sık sık mola verdiler.Ben ve 2 alman çocuk onları beklemeden devam ettik.Tabii alman oldukları ve benim Türk olduğumu duyunca çok mutlu oldular.Hatta bir tanesinin çok yakın bir arkadaşı Türk’müş dolayısı ile birkaç kelime Türkçe bile konuştu (otur lan-konuşma abi gibi)Saat 10 gibi Acaime denen bir yere geldik meğerse burada 8-10 cins humming birds varmış.Onları gördük ve resimledik.Aslında parka giriş ücretsiz ama burada 3.000 peso gibi bir bağış alıyorlar ve yanında orada bulunan tek bir evde bedava içecek sunuyorlar.Çok şanslıydım çünkü Kolombiyalıların meşhur kahvaltısı burada ki seçeneklerden biri.Kahve ve içinde beyaz peynir.Tabii ki ondan istedim(adı chocolate santafereno).Ama ben peyniri içine atmadım yanında ısırarak yedim.Burada en kötü şey kahveyi sormadan şekerli veriyorlar.Biraz tadı acayipti, şekerli kahve ve tuzlu bildiğiniz bizim beyaz peynir.Neyse bana iyi geldi.Biraz kuş resmi çektikten sonra yola devam, 1 km. bayağı dik bir tırmanışla La Montana denen yere çıktık.Tabii bu çıkışta almanlar beni sollayıp gittiler.Bende resimler çeke çeke çıktım.Oradan sonra 5.3 kmlik bir yolla tekrar ciplerin oraya varılıyor,ama başka yoldan veee yokuş aşağı.En önemlisi ise bu yol üzerinde 60-80 metre uzunlukta pine trees var.Bende görene kadar pek inanamadım ama sonra onların oluşturduğu bölgeye gelince gözlerime inanamadım.Görüntü gerçekten etkileyici idi.Bilmiyorum ama bayağı resim çektim,herhalde seyrederken sıkılırız.Saat 12:15 gibi yine ciplerin oraya varmıştım, hem de sapasağlam.Yani aşağı yukarı toplam 12 km. yol yürümüştüm, tabii bacaklar ağrıyordu azıcık.Orada bulunan diğer insanlarla birlikte cipe doluşup 10 kişi dönüşe geçtik.Yolda 5 kişi de arkaya asıldı, ve döndük.Kendimi hemen hostele atıp güzel bir duş aldım ve biraz çamaşır yıkadım.Onları asıp aç olan karnımı doyurmak için Lonely Planette bahsedilen ama benim bir türlü gidemediğim Lucy nin yerine yemeğe gittim.Çok güzel bir esnaf lokantası ve çok ucuz.Önce bir fasulya çorbası arkasından da koca bir tabak vegeteryan yemeğini 2 bardak taze sıkılmış karışık meyve suyuyla götürdüm.Hepsi 6.000 peso yani 3 dolar.Bana 3 gün yeter herhalde.Meydan da biraz oturup ,marketten biraz alışveriş yaptım ve hostele döndüm.Hostelin ortak mekanında biraz maillerime bakıyım derken Hollandalı bir çocukla tanıştım.10 aydır aylak aylak Korsika ,Peru,Ekvador ve Kolombiya da dolaşıyormuş.Tabii ondan gerekli bilgileri hemen kaptım ve not aldım.Bilhassa Ekvator ve Peru bilgileri bayağı işime yarar.Salento’yu terk etmeden önce bir de gidip şu Jesus Martins’te bir kahve içeyim de içimde kalmasın dedim ve 7:00 gibi gittim.Ben kahveden anlamam ama gerçekten çok lezzetliydi, ayrıca çok güzel bir ambiyansı vardı.Bu günlükte bu kadar, yarın güneye Popoyan denen bir yere yolculuk var.

                                                            27/11/2012 Salı



 
 

27 Kasım 2012 Salı

SALENTO'YA DEVAM


Sabah her zamanki saatim olan 8:00 de kalktım.Daha vaktim olduğu için meydana gidip yerel bir kahvehanede kurabiye ve kahveden oluşan kahvaltımı yaptım.Daha sonra tam 9:00 da kapıda kahve turu için diğer insanlarla birlikte toplandık, tahmini 13-15 kişiydik.Çok şanslıydım zira bugün son olarak İngilizce tur yapılacakmış.Zira İngiliz sahibi yarın bir aylığına  noel tatili için İngiltere ye gidecekmiş.Adam bize 1.5 saate yakın kahve hakkında bilgi verdi, kahveyle arası iyi olmayan ben nerdeyse kahve uzmanı oldum.Gelince biraz ukalalık yaparım artık.Daha sonra 20 dk. Yürüyüşle bizi kahve çiftliğine götürdü.Orada görevli olan birisi de baştan sona kahve prosesini uygulamalı olarak gösterdi.Tabii sonrada yaptığı kahveden ikram etti.Yanında da çiftlikte yetiştirdikleri portakal ve muzdan ikram etti.Çiftlikte biraz turladıktan sonra tam dönecektik ki müthiş bir yağmur başladı.Mecburen biraz daha oyalandık, ama yağmurla o görüntü bana iyi ki yağmur yağdı dedirtti.Zaten oldum olası yağmuru severim.Turu saat 13:00 gibi bitirdik.Yağmur sonrası hava açtı ve güneş çıktı.Siesta vakti, bahçede ki hamaklardan birine uzanıp biraz kitap okudum.Öğleden sonra gidip meydanda biraz daha miskinlik yaptım ve akşam yemeğinde güzel bir şeyler yemek için araştırma yaptım.Kendime güzel bir lokanta bulup bir kadeh şarap söyledim.Yemek olarakta önce bir havuç çorbası arkasından da bir vejetaryan hint yemeği ısmarladım.Ben tam çorbamı bitirmiştim ki bizim hostelde kalan bir Slovenyalı çift restorana geldi(kahve turunda beraberdik) ve benim masama oturmak için izin istediler.Tabii dedim, onlarda bişeyler ısmarladı.Sohbet muhabbet derken onların yemekleri geldi, yediler filan ben hala bekliyorum.Artık biraz fazla uzun sürünce yemeği sordum,meğer garson beni yanlış anlamış sadece çorba ve şarap içeceğimi sanmış.Lokanta sahibi özür filan diledi ama biz yine aç kaldık.Allahtan çorbayla biraz ekmek yemiştim.Hesabı ödeyip oradan kalktık, ne yaparsın dil bilmeyince bunlara katlanacan.Gece o çiftle meydanda biraz işikları seyrettik ve hostele geri döndük.Yarın sabah Cocora Vadisi diye bir yere yürüyüşe gidicem, oraya giden cipler saat 7:30 da kalkıyor, o yüzden bana iyi geceler.

                                                             26/11/2012 Pazartesi

26 Kasım 2012 Pazartesi

MERHABA SALENTO


Akşam Salento’ya hava kararmadan gitmem için sabah erkenden kalkmam gerekti.Saat 6.15 te kalkmıştım,sırt çantamı toparladım ve 7:00 otobüsünü yakalamak için hostelin önüne çıktım,zira otobüsler hostelin önünden geçiyordu.Odamdan çıkınca Suzan’ın da kalkmış ve bana kahve hazırladığını gördüm.Ama ne yazık ki içecek vaktim yoktu.Dün gece onlara yanımda getirdiğim birkaç ufak hediyeyi vermiştim,onlar için çok çok teşekkür etti ve yine beklediklerini söyledi.Bu kısım biraz duygusaldı doğrusu.Neyse tahmin ettiğim gibi otobüs 7:00 de geldi ve hemen atladım,doğruca Medellin.Yol 2 saat kadar sürdü, fakat kuzey terminalinden güney terminaline bir vasıta daha yapmam gerekti.Biraz cimrilik yaptım ve 2 terminal arası çalışan halk otobüslerine bindim.Zaten vaktimde vardı.Güney terminalinde hemen  Salento’dan geçen Armenia otobüslerine 9:30 a bilet aldım.Etraftaki büfelerde kendime kahvaltılık bir şeyler bulup yedim.Oto büs tam zamanında kalktı.Salento ayrımına kadar 6 saat yol vardı.Öncelikle Salento ayrımında inmek istiyorum sözünü sözlük yardımıyla buldum ve ezberledim, daha sonrada güzel bir uyku çektim.Bir yerde mola verdiler orada da bunların puf böreği ile kolamı içip yola devam ettik.Saat  16:00 gibi müthiş İspanyolcamla şöföre yol ayrımında bırakmasını söyledim.Şansıma yağmur çiseliyordu.Allahtan durak gibi bir şey vardı ve onun altında yarım saat Salento otobüsü bekledim.Otobüse bindim ve Salento girişinde , benim hostele yakın bir yerde indim.Yol çok virajlı idi ama dağların manzarasından müthiş bir doğanın beni beklediğini anlamıştım.Zaten hakkında yazılanlarda öyle söylüyordu.Hostel  Plantation House dieye bir yerde 4 kişilik bir dorm da yer buldum ve eşyalarımı bırakıp biraz keşfe çıktım.Tabii öncelikle yine Main Plaza ya gittim.Çok hareketli idi,zaten hafta sonları burası sayfiye yeri gibi olurmuş.Meydanın biraz arkasında bir seyir tepesi vardı, güneş batmadan oraya çıkıp biraz fotoğraf çektim.Ancak yine merdivenler canıma okudu.Gerçekten etraf yemyeşildi.Dağlar dereler tabii keyfimi yerine getirdi.Bizim koz helva gibi ama daha incesi iki yuvarlak arasına biraz çukulata ve sos koyup tatlı gibi yedikleri bir şey var( adını şimdi unuttum bir ara yazarım) ondan alıp seyir tepesinde biraz keyif yaptım.Hava kararmaya başlayınca meydana geri dönüp güzel bir yemek yiyim dedim ama meydanda kilisenin yanında empedena yapan teyze kanıma girdi,çok güzel yapıyordu.2 tane yedim ama bıraksalar 10 tane yerdim,gerçekten çok lezzetliydi.Daha sonra baktım bir de gözde mısır satıyorlar, bir tanede ondan yedim,tabii akşam yemeğini halletmiş oldum.Nedense buralarda hiç acıkmıyorum.Elimde köz mısır yürüye yürüye hostelin yolunu tuttum.Yarın sabah saat 9:00 da hazır olmam gerek çünkü bir turla kahve plantasyonuna gideceğim.

                                                          25/11/2012  Pazar

25 Kasım 2012 Pazar

GUATAPE'DE TREKKİNG


Sabah müthiş bir göl manzarası ve  ilk defa güneşli bir güne uyandım.Kahvaltı sonrası Hostel sahibi İngiliz adam yakınlarda bir şelale olduğunu ve istersem beni oraya götürebileceğini söyledi.Benim gibi trekkingciye bu sorulur mu, hemen kabul ettim.Kalan diğer çiftin gözleri korktuğu için gelmediler.Sonuçta hostel sahipleri, ben ve birde kızın yakınlarda oturan annesi(yani kayınvalide)hep birlikte yola çıktık.Gerçekten harika bir parkurdu.Bazı yerlerde yol jangle gibi oluyordu.1 saatlik bir yolculuk sonrası dere yatağından azıcık tırmanıp şelaleye vardık.Adam beni yüzmek istersen mayonu yanına al diye uyarmıştı.İyi ki almışım,hemen mayomu giydim ve onların şaşkın bakışları arasında sulara dalıverdim.Gerçi soğuktu ama çok berrak ve keyifliydi.Daha sonra hazırladıkları sandviçleri yedik ve dönüş yoluna koyulduk.Toplam 3-4 saat sürdü,ama itiraf edeyim, çok keyif aldım.Sonra şehir merkezinde biraz oyalanıp hostele geri döndük.Akşam yine hostel muhabbeti ve sonra ertesi günü yolculuk olduğu için erkenden yatış.

                                                                  24/11/2012 Cumartesi

GUATAPE ÇOK GÜZELSİN


Sabah  7 gibi uyandığımda daha Medellin’e gelmemiştik.Yolda büyük şehirleri ve kalabalığı pek sevmediğimi düşünerek Medellin’i atlayıp doğrudan methini duyduğum küçük bir sayfiye yeri olan Guatape’ye gitmeye karar verdim.Otogardan hemen bilet alarak 2 saat uzaklıktaki bu güzel yere geldim,iyi ki de gelmişim.Müthiş güzel doğası olan ve büyük bir göl  etrafında kurulu bu yer gerçekten Kolombiya da ki Villa de Levya dan sonraki 2.ci favori yerim oluverdi.Şansıma çok da güzel göl manzarası olan bir hostel buldum ve bana kıyak yaparak tek kişilik bir oda verdiler.Sahipleri bayan Kolombiyalı, adam ingiliz ve henüz 8 ay önce evlenmiş bir çift.Hosteli de 6 ay önce açmışlar.Beni görünce çok heyecanlandılar ve çok sevindiler.Benden bir gece öncede  İngiliz 2  çift gelmiş.Topu topu 3 kişiydik.Kendileride hostelde kalıyorlardı,ikisi de çok cana yakın ve tatlılardı.Kız hemen bana bir kahvaltı hazırladı ve biraz sohbet ettik, zaten benimde dilim şişmişti.Sonra diğer ingilz çift kalktı, onlarla tanıştık.Malum hostel halleri.Odama yerleştikten sonra hemen çantamı kaptım ve çok yakın olan kocaman bir kayaya manzara seyretmeye gittim.Kaya çok büyük ve 720 merdivenle çıkılıyor,başka yolu yok.Daha çok kaya tırmanıcıları gelip burada tırmanışlar yapıyorlarmış.Tıslaya tıslaya merdivenleri çıktım, gerçekten bütün göl ve çevresini gören müthiş manzarası var.Biraz fotoğraf çekip soluklandıktan sonra indim ve 2 km. uzaklıktaki merkeze yürüdüm.Göl kıyısında biraz meditasyon sonrası saat 4 gibi hostele döndüm.Hep birlikte bir hint restoranından yemek ısmarladık ve bira filan içip sohbet ettik.Hazır İngilizleri bulmuşken muhabbeti kaçırmadım.Hostelde kalan diğer İngiliz çift te 6 aylığına güney Amerika seyahatine çıkmışlar, henüz bir ay olmuş daha Kolombiyayı bitirememişler.Akşam 10 civarı gözlerim kapanmaya başladığı için ben yatmaya gittim, onlar daha videoda film izlemeye oturdular.Nefis göl manzaralı odamda uyku beni bekliyordu.

                                                                    23/11/2012 Cuma

 

CARTEGENA BENİ BENDE ONU SEVEMEDİM


Zorlu bir uyku sonrası ,saat her zaman ki saatim olan 8:00 de kalktım.Tabii oda rakadaşlarım leş gibi uyuyorlardı.Sessizce heybemi kapıp kendimi sokaklara attım.Akşam yatarken bugün Cartegena' yı terk etme gibi bir fikir oluşmuştu kafamda.Zaten benim pek hoşlanmadığım bu şehirde beni sevmemiş olacak ki hava yine kapalı idi.Neyse biryerde bir boğaçacı buldum ve bizim açmalara benzer sıcak poğaçalardan alarak old town un yolunu tuttum.Yanına birde güzel Kolombiya kahvesi aldım ve surların üzerinde bir kahvaltı yaptım.Birazdan yağmur çiselemeye başladı ve hemen kararımı verdim.Buradan gidecektim,ancak Medellin 12 saat olduğu için o yolu gece yapmam daha iyi olurdu.Akşam üstü saat 5:30 da bir otobüs olduğunu öğrenince, o saate kadar oyalanıp saat 15:00 gibi gidip sırt çantamı alıp yollara düşmem gerekiyordu.Yağmur elverdiğince sokakları turladım,bir yerde yemek yedim ve saati 3 yapınca hostele gidip çantamı aldım ve bir taksiye atladım çek otogara dedim.Çok tatlı bir genç olan taksi şöförü ile tanıştım.O biraz İngilizce ,ben ise azıcık İspanyolca bildiğim için tam tarzanca diyebileceğim bir dilde epey konuştuk.Zira burada da trafik kötü olduğu için otogar yaklaşık 1 saat sürdü.Otogarda biletimi aldım ve bir köşede otobüs saatimi beklemeye başladım.Otobüs tam saatinde kalktı ve tıklım tıklım doluydu.Yolculuğun 12 saat sürmesi bekleniyordu,ama tabii birde Kolombiya saati vardı.Bunları düşünürken zaten az uyumuş olan ben uyuya kalmışım.

                                                                     22/11/2012 Perşembe

24 Kasım 2012 Cumartesi

HA CARTEGENA HA BODRUM


Saat 9:30 da otogardan bir taksiye atladım ve bu güzel yerde güzel bir yerde kalıyım diyerek, hostelden biraz daha iyi olduğunu tahmin ettiğim bizim pansiyon butik otel arası bir yer olan villa Colonial diye bir yerde kalmaya karar verdim.Şansıma orada yer yoktu ve hemen biraz ilerisinde bulunan, lonely Planette te sözü geçen Media luna Hostele girdim ve kabus orda başladı.Gerçekten büyük ve havuzuda olan bir hostel , meğer party hostelmiş.Ben başka bir alternatif çalışmadığım için oraya peki dedim.Hostelde kalanların yaş ortalaması 18-19 civarındaydı.En az 100 kişi vardı sanırım,Gençlik kampı gibi,inanamazsınız.Neyse artık bunu da yaşamam gerekiyormuş dedim.Dormda bir yatağa eşyalarımı koydum ve küçük sırt çantamı kaptığım gibi kendimi dışarı attım.Birde koluma turuncu bir bant bağladılar ki o hostelde kaldığım belli olsun ve giriş çıkışlar da kontrol kolay olsun diye.Ben damalı eşek gibi düştüm yollara, lakin turist olduğumu banttan anlarlar endişesi ile flarımı o bantın üzerine bağladım ve şehirde hep öyle dolaştım.Cartegena gerçekten bizim Bodrum gibi bir yer.Çok turistik ve kalabalık.Bir de sıcak ve nemli ki anlatamam.Tam benlik.Neyse moralimi yüksek tutarak old town denen surlarla çevrili yere gittim.Gerçekten binalar ve ambians güzel,ancak Bodrum daki gibi satıcılar ve dolar bozmak istiyenler peşinizi bırakmıyor.

Surların üzerinde bir yürüme yolu yapmışlar,isterseniz bütün old town’un etrafını gezebiliyorsunuz.Bir tarafınızda okyanus, diğer tarafta eski şehrin binaları hoş bir görüntü oluşturuyor.En rüzgar alan ve manzaralı bir burçta yattım uzandım uzun süre.Biraz dinlendim ve düşündüm öylesine.Daha sonra eski şehrin sokaklarını yürüdüm ve bulduğum her plazada biraz oturdum, en güzeli plaza de Bolivar dı.Sabahtan beri bir şey yemediğim için yolda buda resmi olan bir restoran ilgimi çekti ve hemen kendime vejetaryan tabağını ısmarladım,güzeldi.Haşlanmış sebzeler,salata ve birazda pilavdan oluşuyordu, tabii yanında freş meyva suyu.Saat  17:00 gibi fazla karanlık olmadan hostelime gitmem gerekiyordu, zira benim o güzel hostel Getzemani denilen , hemen old town a yakın biryerdeydi ama hava karardıktan sonra pek tekin olmadığını okumuştum.Nitekim dönerken bir adam yanıma yanaşıp ot istyip istemediğimi sordu hemde İngilizce.No gracias filan diyerek durumu idare ettim.

Hostele geldiğimde benim oda doluydu,6 yatak 6 sı da full.Bir İsrailli,iki Norveçli,iki de Danimarkalı, hepsi de 20 yaş altı.Tabii bana dede muamelesi yaptılar ama türk olduğumu duyunca çok şaşırdılar.Bilhassa İsrailli biraz tırsmadı değil.Meğer akşam hostelin roofunda parti varmış ona hazırlanıyorlarmış.Banyolar yapıldı,deodorantlar sıkıldı,traş olundu ve temiz kıyafetler giyildi.Hepsi dede şimdi av zamanı filan dediler ama benim beyaz sakallarımı görünce bana teklifte bile bulunmadılar.Zaten o kadar yoldan sonra benim gözüm yataktaydı.Ama uyumak mümkün değil, bangır bangır salsa müziği heryerde.Yatakta dön baba dönelim, esnemekten ağzım yırtılda ama uyumak mümkün değil, neyse saat 1 gibi sızmışım ama bizimkiler ortalarda yoktu.Sadece sesleri geliyordu, bide arada sırada odaya gelip, yanlarında getirdikleri içkilerden alıyorlardı.Yukarda pahalı olsa gerek.Zaten bu Cartenega’ı pek sevmemiştim bu gece daha da sıktım sıyrıldı.

                                                  21/11/2012 çarşamba

UZUN YOLCULUK


Bugün aslında pek yazılacak bir şey yok, zira yolculuk var, ama öyle böyle değil.Geceli gündüzlü tamı tamına 24 saat.Buna can mı dayanır.Neyse bu sabah yine keyfimi yaptım, yogamı yaptım, kahvemi içtim ama asıl kahvaltıyı meydana bıraktım.Hesabı kapattıktan sonra sırtladım çantamı düştüm yollara.Bu sefer taksi yok,yürümek gerek.Meydan da bir kahve ve kurabiye molası verdim.Gerçekten de burası beni etkilemişti.Hele önümde yazılı olana bakılırsa 20 saatlik bir yolculuk vardı.Aynı yollarla Tunja ya gittim.Villa de Levya’dan yola çıktığımda saatim 9:30 du.Tunja dan 11:00 otobüsü ile göya 5 saat olan Bucaramanga diye bir şehre bilet aldım.Ama otobüsler tahmin ettiğimden iyi çıktı.Bir kere koltuk aralıkları çok geniş ve içlerinde tuvaletleri var(tuvalet fobimi söylediklerim ne dediğimi anlar).Ayrıca air-condition ları sonuna kadar açıyorlar nedense.Herkes otobüse battaniyeleri ile biniyor.Saat 6:00 gibi Bucaramangaya indim.Bir yerde mola verdi oradada  içinde ne olduğunu bilmediğim bir çorba içmek zorunda kaldım.Bucaramangada gece otobüsü için saat 20:00 de Cartenegaya bilet aldım.2 saat oralarda dolaştıktan sonra otobüse bindim.Tabii yanıma elma ve suyumu almayı unutmadım.Otobüs full  dolu idi.Hemen bir video filmi taktılar ama bendeniz anlamadığım için bende müzik dinlemeyi seçtim.Karanlıkta uyuya kalka yol aldık.Yine bir yerde mola verdi ama ben otobüsü kaçırırım diye bu sefer inmedim.Sabah gözlerimi açtığımda saat 7:00 idi bizim hala 2 saatlik yolumuz vardı.Saat tam 9:30 da Cartegena otogarına  girdik,dile kolay 24 saat.Hayatımın en uzun yolculuğunu yapmıştım herhalde.Ama uyandıktan sonra yol çok güzel manzaraya sahipti doğrusu, bir tarafta atlas okyanusu bir tarafta dağlar ve çok güzel ağaçlar.

                                                       20/11/2012   Salı

22 Kasım 2012 Perşembe

VİLLA DE LEVYA DA YAŞANIR


Öğle güzel bir uyku çekmişim ki, inanamazsınız. Sabah klasik 7:00 uyanıyorum buralarda.Tabii saat 9-10 da yatarsan böyle olur diyeceksiniz.O sabah uykularını seven bana ne oldu bilmiyorum,meğer kendimi tanımıyormuşum.Gerçekten burası cennet gibi bir yer,kimseler kalkmadan çimlerin üzerinde uzun zamandır fırsat bulamadığım yogamı da yaptım.Hava bugün yine bulutlu ama zaman zaman güneş kendini gösteriyor,her şey güzel.Sabah kahvaltımı 6.000 pesoluk olan meyve suyu, reçel, tereyağı, çay ve scrambled yumurtadan oluşan menüden seçtim ve kuş sesleri arasında götürdüm.Daha sonra bisiklet kiralayıp yakında 15 km de bir şelale olduğunu duyduğum yere gidecektim ama bütün bisikletleri bozukmuş,şans ne yapalım evrene karşı gelinmiyor.Bende kasabayı turlarım ve kısa yürüyüşler yaparım diye düşünerek heybemi kapıp, oda arkadaşlarımla vedalaşarak yola koyuldum.

                Meşhur meydana gittim ve oturdum,çok enteresan bir yer bu meydan; insanı ipnotize ediyor sanki, bıraksalar öylece oturacam.Ama içimden bir ses azıcık etrafı dolaş, tembellik yapma dedi.Öyle dolaşırken şansıma önüme bisiklet kiralayan bir dükkan çıkardı.Baktım bir turist çift te kiralıyor, bir cesaret bende kiralıyım dedim.Ama herif bana külüstür bir tane verince başka istedim yok filan dedi,gözü kör olsun lisan bilmeyince, bazen derdini anlatamıyorsun.Neyse dedim başımıza varsa bir gelecek, çekeriz.2 saatliğine 6.000 peso verip atladım bisiklete.Ama epeydir ona da binmediğim için en ufak yokuşlarda bile inip itmek durumunda kaldım.Olsun doğa içinde yakınlarda 3 tane göl varmış, birde bir çöl bitkilerinin olduğu bir botanik garden’ı bu sayede görmüş oldum.Gerçekten yürünmezmiş.Arada sırada ağaçlar altında molalar vererek geri döndüm.Külüstürü geri verdim ve plaza da biraz nefeslendim.Daha sonra bir marketten alış veriş yaptım ve su ile meyvelerimi alıp hostelde keyif yapmaya gittim.Kısa bir duş sonrası karnım acıktığı için çok hoş olan açık hava mutfakta aldığım makarnayı pişirdim.Yalnız sos bulamadığım için yoğurt diye aldığım şey şekerli ayran çıkınca makarnamı mutfakta bulunan baharatlarla tatlandırmam gerekti.Anlayacağınız ilk yemeğimi pişirdim.Ama hostellerin rajonu galiba bu.Zira herkes az parayla gezdiği  için kendi yemeklerini kendi yapıyorlar.Bu arada benim oda arkadaşlarımı görünce şaşırdım,bir tanesini kasabada gezerken bir köpek ısırmış o yüzden gitmelerini birkaç saat ertelemişler.Tabii diş doktoru hemen olaya el koydu ve tam baldırından ısırdığı yeri biraz pansumanla kapattık.Kuduz aşısı olup olmadığını sordum, yok dedi ama önemsemedi.Gençlik işte ne yaparsın,ben elimden geleni yapmıştım.Daha sonra bahçede kurulu hamaklardan birine yatarak Kolombiya kahvemi yudumladım ve kitabımı okudum.Nedense burada çok güzel bir enerji vardı.Daha sonra ayrı ayrı gezen ama burada buluşmuş olan 3 almanla biraz muhabbet ettik.Gerçekten neden bilmem ama bu almanlar gezmeyi biliyor.Daha sonra bize Kanadalı, bir büyük otelin restoranında şarap direktörlüğü yapan bir çocuk katıldı.Akşam saatlerinde almanlardan biri, burada güzel felafel yapıyorlar ama çok büyük benimle bölüşmek isteyen varmı diyince hemen atladım.Köklerimizde araplık var nede olsa.Gele gele yufka ekmeğine sarılı iki felefel ve salata geldi, nerde bizim Şamda yediklerimiz dedirtti tabii.Şarap marap derken yatma vakti geldi ve herkes odasına çekildi.

                                         18/11/2012 pazartesi

 

ELVADA BOGOTA


 

Bogota’ya evlada deme vakti geldi.Bugün çok merak ettiğim küçük bir kasabaya, Villa De Levya ya gideceğim.Sabah 8 gibi otelden ayrıldım ve bir taksi ile otogara gittim.Oradan Tunja ya giden otobse bindim ve 1.5 saat sonra Tunja da idim.Oradan tekrar ama bu sefer küçük bir minibüse bindim ve dura kalka 39 km lik yolu 2 saate alarak kasabama geldim.Gerçekten dedikleri gibi küçük, otogarından belli.Hemen bir taksiye atladım ve Lonely Planette çok beğenilen Recoster Hostele gittim.Gerçektende methedildiği kadar varmış.Kapıdan girince tamam dedim, huzuru burada bulurum.Reservasyonum olmadığı için yer olmayabilir düşüncesini kafamdan atarak, yani evrene kötü mesaj gitmesin diye hemen yer sordum.Resepsiyondaki çocuk azıcık İngilizce bilince işim daha da kolaylaştı.4 kişilik bir dorm da bana tek başıma yine bir yatak verdiler.Aslında insanlar buraya outdor aktiveleri için geliyorlarmış.Neyse ben eşyalarımı bırakıp 1.5 km uzaklık taki merkeze keşfe çıktım.Bu hostel merkeze uzak ama doğa içinde olması ve kuş sesleri ile birlikte uyumak isteyenler için ideal,yani ben.4-5 kişi vardı 2 de çadırlı çift vardı.Kasaba küçük ama maşallah kocaman bir meydanı var.Beykoz nüfusunu doldursan alır.İnsan bu kadar küçük kasabaya bu kadar büyük meydanı niçin yapmışlar diye düşünmeden edemiyor.Meydanın etrafında küçük,şirin bahçeli evler var.Sokakları dar ama keyifli.Resepsiyondaki çocuk yarın kapalı olacağını söylediği bir müzeyi(açık hava arkeoloji müzesi)bende vakit varken gidiyim göreyim dedim.4--5 km. miş.Yürünür dedi.Bende elimde bir harita çıktım yola.Kardeşim ne 4-5 km miş,yürü yürü bitmedi.tabii benim bacaklar daha açılmamış,anam ağladı.Neyse ki yol toprak ve etraf çok güzeldi.Müthiş bir doğa içinden en az 2 saat yürüdüm.Müzeye gelince başka bir şok, toplam 500 metrekare bir alanda dikili taşlar.Bizim peri bacaları on basar.Neyse yarım saatte gezdim ve tekrar yollara düştüm.Allahtan hava bulutlu idi,yoksa güneş altında perişan olurdum.Sağa sola bakınarak tekrar meydana geldim ve ilk gördüğüm cafeden kendime buz gibi bir bira ısmarladım.Hava kararmaya başlamıştı ve daha benim hostele kadar yokuş yukarı 1.5 km yolum vardı.Ama karnım acıkmıştı ve öğlen yemeğini de pas geçip meyveyle geçiştirmiştim.Yine lonely Planetten bulduğum basit bir restorana gittim.Adı Casa Blanca ama içi klasik bizim tahta sandalyeli ve masalı restoranlara benziyor.Zor bela kendime sebze çorbası ve sadece pilav yanı salata ve sote edilmiş mantar olan bir vejetaryan tabağı ısmarladım.Adamlar biraz şaşırdı zira orası et yemekleri ile ünlü bir yermiş.Biraz dinlenmiştim ama o biradan sonra epeyi zorlandım doğrusu.Hostele gidince bir baktım benim odada 2 yabancı.Neyse yalnızlığım sona erecek dedim ama hevesim kursağımda kaldı.Zira bu 2 amerikalı (Meksiko citylilermiş)bir gece kalıp yarın yakınlarda su sporları ve paraclyding yapılan San Gil’e geçeceklermiş.Olsun en azından bu gece horlamamla rahatsız edeceğim birileri olacaktı.Açık havada biraz muhabbet sonrası yattım zira o yol beni yormuştu.

                                                                  18/11/2012 Pazar
 

19 Kasım 2012 Pazartesi

ZİPAQUİARA TUZ KATEDRALİ


Bugün kendimi aşıp,sınırlarımı zorlamaya karar verdim.Bogotanın 50 km. kuzeyinde bulunan bir tuz katedrali varmış herkes çok beğenerek anlatmış, bende gidiyim bari dedim.Ne de olsa Bogota’yı bitirmiştim.Ancak öncelikle Transmileno denen toplu taşıma araçları ile Portal Norte denen bir yere gidip, oradan minibüslerle Zipaquiara denen bir kasabaya gitmem gerekiyordu.Akşamdan derslerimi çalışmıştım tabii.Sabah herkes yatağında iken yani karga bokunu yemeden ben yollara düştüm.Saat 8 de  transmileno da B 74 nolu otobüse bindim.Tabii bilet almak ve hangi yöne gideceğime karar vermek bile biraz zamanımı aldı.Neyse başardım ve otobüsle bayağı uzağa 14 durak falan gittik.Ama bu transmileno otobüsleri kendilerine ayrılan özel bir yerden gidiyorlar ve şehri n kuzeyinden güneyine çalışıyorlar, öyle her yere gitmiyorlar.Yinede 1 saate yakın tuttu ve Portal Norte yazısını görünce hemen kendimi attım aşağıya.Gerçekten oradan minibüsler kalkıyor birçok yere,Zipa minibüsünü buldum ve atladım.Bunlar bizim minibüslerle küçük otobüs arası bir vasıta.Ama sistem aynı bizim minibüsler gibi her yerde duruyor ve kalkıyorlar.Korna çalarak ördek topluyorlar.50 km yi tam 2 saatte aldık.Zipa da inince 1.5 km kadar yürüyorsun katedrale ulaşmak için.Ama buraya kadar gelmişken buralarda her kasaba ve şehirde olmazsa olmaz meydanını bir göreyim dedim.Sallana sallana , bir sürü küçük cafe, yiyecek yerleri ve incik boncuk turistik eşya satan yerlerden geçerek meydana ulaştım.Bu arada hiç bir şey alamayacağım için o turistik dükkanların önünden öylesine geçmek çok hoş oldu,alışveriş stresi yok.Yalnız gezmenin bir avantajı işte ne yaparsınız.Meydanda çok büyük bir kalabalık toplanmış sanki belediye başkanı da onlara konuşma yapıyordu.Tabii benim zayıf İspanyolcam yine yetmedi neler olup bittiğini anlamaya .Neyse ufak tefek resim olayları sonrası çıktım tepedeki madene.Biletimizi alıp girdik sıraya.Etraf biraz turistik kokuyordu ama geldik bir kere.Maden tepede olduğu için, manzara güzeldi.İçerde sıkışıklık olmasın diye gruplar halinde giriliyor ve her gruba bir rehber veriyorlar ama tabii sadece İspanyolca.Enteresan olan bu kadar turistik bir yerde bile her şey ve bütün yazılar İspanyolca.Tabii içeri girer girmez ben anlatılanları anlamadığım için grubu sollayıp kendim gezmeye karar verdim.Bildiğimiz maden ama içerde bazı galerileri yontarak haç ve dini sembollerle süslemişler.Bayağı uzun, ölçmedim ama 2 km kadar iniyorsun.Aşağıda olayı bitirmişler ve bir klise yapmışlar, cafeler hediyelik eşya satan yerler filan.Bir kocaman galerinin tavanında da işık gösteri ile ışık oyunlarından oluşan 10 dk lık bir gösteri  izledim.Oraya kadar gelmeme değdi.Oradan çıkıp soluğu o meydanda aldım tekrar.Karnım acıkmıştı ve aranırken bir süpermarket buldum.İçeri girip biraz elma ve su almak istedim ama Allah verdi iki göz.Baktım self servis küçük bir restoranı var,hemen tepsimi kapıp girdim sıraya.Güzel bir sıcak sebze çorbası ve biraz pilav ve yanında salata çok iyi geldi.Daha sonra aynı yolları takip ederek Bogota ya geri döndüm ama tabii dönüş c.tesi kalabalığına rastladığı için biraz daha uzun sürdü.Ben hostele girer girmez sağanak yağmur başladı.Akşam yemeği olarak aldığım elmaları yedim.Doırma bir arkadaş gelmişti.Arjantinli bir kız ama gram İngilizce bilmiyor.Bende de İspanyolca yok ama o sanki ben anlıyormuşum gibi sürekli konuşuyor.Arada Boines Aires te unıversitede çalıştığını ve yarın uçakla Carteganaya gideceğini 3-4 günlük bir tatil yapacağını anladım.o O benim söylediklerimin ne kadarını anladı bilemem.Bir ara o İspanyolca ben İngilizce bir şeyler anlatıyorduk.Hostelde akşam happy hour vardı ama benim alkolle aram olmadığı için biraz bilgisayar ve sonra tombi yatak.yarın yine zorlu Villa de Levya yolculuğu var.

                                               17/11/2012 Cumartesi

17 Kasım 2012 Cumartesi

ÇABUK BİR BOGOTA TURU

Benim gibi adama Bogota mı dayanır.Nerdeyse bir günde bitirdim şehri.Sabah erkenden soluğu Bolivar meydanın da aldım.Herkes işine koşuştururken ben tembel tenbel oturup meydanın ve kumruların keyfini çıkardım.Bizim Eminönü meydanı gibi, heryerde kumrular var.Daha sonra sırası ile Altın müzesi,Botero müzesi,Modern Art müzesi,Santa  Clara ve San Francisco kiliseleri gezildi.Öğlen yemeği sağlıklı beslenildi ve sadece meyve yendi.Öğleden sonra Monserrato tepesine teleferik ile çıkıldı ve Bogota manzarası alindi.Ancak hava bulutlu olduğu için pek keyifli değildi ama Şehrin tamamını yukardan görmek hoş oldu.İnişte hemen yakınlardaki Bolivarın evi gezildi.Herif gerçekten iyi bir hayat yaşamış,bir kahraman mı yoksa bir eşkiyamı olduğu hala bir muamma.Oralarda yer alan Andes üniversitesi önündeki çimenler yayılıp birazcık eski gençlik günlerime döndüm.Akşam yemeği için Lonely Planette yer alan Yumi Yumi adındaki restoran -cafe karışımı yerde bir şeyler yendikten sonra hostele döndüm.Cuma akşamı olduğu için her taraf çok kalabalıktı ve potansiyel dağıtma halınde insanlar cafe ve barlar önünde bekleşiyorlardı.İyi bir uykuyu hakettiğimi düşünüyorum

                                                         16/11/2012 Cuma.
 
İŞTE BOGOTA

16 Kasım 2012 Cuma

NİHAYET BOGOTA

     Bundan tam 3 sene önce bir güney amerika seyahati yapmaya karar vermiştim.O zamanlar sadece 2012 kasımında gitmeyi kendime hedef koymuş ve ufaktan hazırlıklara girişmiş, minik minik planlar yapmaya başlamıştım.Öncelikle biraz İspanyolca öğrenmem gerektiğini düşünmüştüm, bu nedenle Servanteste bir ispanyolca kursuna yazıldım.2 kur devam ettim ve yeteceğini düşünerek bıraktım, şimdi Bogotada bir kaç kur daha devam etseymişim demiyor değilim.Zira burada herkes ispanyolca konuşuyor ve kendimi biraz eksik hissediyorum.
Küçüklüğümden beri yolculukları sevmişimdir, bunun nedeni Tarsus'ta yatılı okurken sık sık yapmak zorunda olduğum yolculuklar olabilir.Bir arkadaşım bana gitmeler iyidir demişti, şimdi onu daha iyi anlıyorum.İnsan hele birde yalnız çıktığı yolculuklarda kendini daha iyi tanıma fırsatı buluyor sanırım.Yolculukların başlangıcı mı, yoksa kendisi mi, yoksa sonundaki kavuşmalar mı iyi onu herhalde bu uzun seyahatim sonunda daha iyi değerlendireceğim sanırım.
Bu kadar felsefe yeter sanırım.Sonunda bu gün 15 kasım 2012 ve ben Bogota'da bir hosteldeyim.İnsan kafasına bir şeyi koydumu yapmalı bence.Air France ile yaptığım 18 sattlik İstanbul-paris-Bogota yolculuğum sonucu 3 sene önce yapmayı planladığım yolculuğum başladı.Bulutlu ve hafif yağmurlu bir günde Bogota'nın El Dorado havaalanına indim.Sıcaklık 18 derece ve ben çat pat ispanyolcam ile pasaporttan geçtim.Tabii tahmin edersiniz ki Türkiye'nin yeri ve konumu konusunda ufak bir ders vermem gerekti oradakilere.Pek anladıklarını zannetmem ama damgayı vurdular sonunda.
Yanımda hiç Kolombiya pesosu (1.800kolombiya pesosu=1  dolar yani bir lira gibi birşey) olmadığı için ilk sınavımı bankamatik önünde verdim.Uzun uğraşlar sonrası 100.000 kolombiya pesosu çekmeyi başardım ve kendimi bir taksiye attım.Lonely Planetten 30.000 tutmasını beklediğim ücret daha az 20.000 peso tuttu.Taksici beni Tip Top hostelin önünde bıraktığında, bu yanlız yolculuğuımun başladığını anladım.Ancak o hostel de boya badana işleri olduğunu görünce 5 blok ötede yine Lonely Planet'ten bulduğum Explora Hostele doğru sırt çantamı yüklenip şaşkın şaşkın yürümeye başladım.
Bu hostelde resepsiyondaki Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir kız kapıyı açtı ve hemen ingilizce bilip bilmediğini sordum.Bana yarım ingilizcesi ile 4 kişilik bir dorm da tek başıma 20.000 pesoya kalabileceğimi söylediğinde hemen kabul ettim.Sırt çantamı yatağın altındaki sandık gibi kilitli bir şeye kilitleyip , kendimi Bogota sokaklarına bıraktım.Nerdeyse bir gün boyunca çok az konuştuğum için dilim şişmeye başlamıştı.Kız dan bir harita istedim ve hafif yağmurlu Bogota sokaklarına daldım.
Bogota akşam saat 17:00 gibi bana tipik bir büyük şehir izlenimi verdi.Hostel üniversiteye yakın olduğu için ve mesai bitim saati geldiği için herkes bir taraflara yetişmeye çalışırken ben aheste aheste dolanıyordum.Daha önceden okuduğum kolombiyalıların espenada dedikleri ( bizim bildiğimiz kırk yıllık puf börekleri yapan) dükkanı görünce kendimi içeri attım ve 3 tanesi 1.000 pesodan sebzeli espenadaları mideye indirdim.Küçük bi,r şehir turu sonrası hostele dönüp meşhur kolombiya kahvesini de içince tamam artık dönebilirim galiba dedim.Şaka bir yana 18 saat yolculuk yormamıştı ama biraz sersemleştirmişti beni.Birazda yarın için dersime çalışıp tombi yatak yapacağım.Adios, hasta luego (bye daha sonra göüşmek üzere).

                                                                 15/11/2012 Perşembe

14 Kasım 2012 Çarşamba



                      Nihayet gün geldi çattı.Şafak 0.Kısmetse yarın sabah 6:25 uçağıyla ilk durağım olan Kolombiya'nın başkenti Bogota'ya uçuyorum.Çok karmaşık hisler içindeyim. Galiba insanı insan yapan özelliklerden biri de bu olsa gerek.Fazla felsefe yapmadan yola devam.......