30 Kasım 2012 Cuma

UNUTULAN YER SAN AGUSTİN


Sabah 6:00 kalktım, dormdakileri uyandırmadan sırt çantamı aldım ve geldiğim gibi yürüyerek otogara yola çıktım.Ama 6:30 da otobüs filan yokmuş,en yakın zamanda saat 8:00 deymiş.Neyse olur böyle ufak tefek aksaklıklar diyerek,güzel bir kahvaltı yapıyım dedim.Fakat o saatte sadece büfe tipi yerler açık olduğu için bir büfeden peynirli bir sandviç ve yanında tabii ki Kolombiya kahvesi içtim.Biletimi aldım ve otobüsü beklemeye başladım.Birazdan turist oldukları belli olan ve sonradan Avustralyalı olduklarını öğrendiğim benim yaşlarımda bir çift geldi ve çaylak çaylak bakınıyorlardı.Hemen San Agustin mi diye sordum, sevinçle evet dediler.Bu halimle onlara yardım ettim ve aynı otobüse onlara da bilet aldık.Saatinde kalktık ama ne yolculuk,anlatılır gibi değil.Bir kere yol toprak ve taşlı,üstelik daracık.Fakat bizim şoför bir manyak,nasıl gidiyor anlatamam.Otobüs tamamen dolu olmasına rağmen herif sanki F1 pilotu gibiydi.Ben hayatımda böyle korkunç ve zıplamaktan kıçımın ağrıdığı bir yolculuk yapmadım.Ama bir işe yaradı adam bizi nerdeyse 4 saatte San Agustine attı.Yolda aklıma Karadeniz turunda Barhal a minibüsle yaptığımız yolculuk gelmedi değil.Bilenler bilir,ama bu ondanda beterdi.Neyse Avusturalyalılarla ayrıldık, çünkü onlar merkeze yakın bir hostelde kalmak istediler, ben ise manzaralı ve adeta bir eko-farm olan bir hosteli gözüme kestirmiştim.Bir taksiye atladım,  merkezin biraz dışında ama nefis And dağları ve şehir manzaralı La Casa De Francois adında bir fransızın işlettiği hostele kendimi attım.Gerçekten çok hoş bir yer.Adamla biraz sohbet ve biraz bilgi aldıktan sonra vakit kaybetmeden buranın anlam ve önemini belli eden açık hava arkeoloji müzesini görmek istedim.Adam 3 km olduğunu ve yürüyebileceğimi söyleyince hadi tabana kuvvet dedim.Yol üzerinde güzel bir vegetaryan restoran olsuğunu duyunca keyfim iyice yerine geldi.Saat 13:00 gibi yola çıktım.Tomato adında ki restoranda yemeğimi yedim.Yemek gerçekten güzeldi.Genç bir Kolombiyalı kadınla bir alman sahipleri vardı.Yemekleri de onlar yapıyorlardı.Yemek sonrası alman adam bir kağıda sarılı biraz alman ekmeği bile verdi yolluk olarak.Yürüyerek parkın giriş kapısına vardım ki bizim Avustralyalı çift te orda.Onlarla birlikte bütün parkı gezdik.Tahmini 3 saat sürdü.Park çok güzel düzenlenmiş.Her taraf yemyeşil çimen ve çok güzel yürüme yolları yapmışlar.Efendim içeriğine gelince, M.ö. 1000 yıllarına ait olduğu rivayet olunan mezarlar.O zaman ki insanlar ölülerini taştan yapılmış bizim lahitlere benzer yerlere gömüyorlar ve baş uçlarına da kocaman süslü taşlar dikiyorlarmış.Gerçekten mistik bir havası var ve taşlar insanı etkiliyor.5 gibi müzeden çıktık, onlar yürümek istemediler,hava kapalı ama güzel olduğu için ben yürüyerek kasabaya indim.Biraz dolaştım,Malum plazayı görmezsem olmaz.Pastane gibi bir yerde oturup, bir parça kekle kahve içtim.Hava kararmaya başlayınca daha tırmanacak 1.5 km yolum olduğunu düşünerek,hostelin yolunu tuttum.Akşam yemeği olarak tabii ki 3 dilim alman ekmeği.Bu hostelin dormu çok ferah ve hiç ranza yok, hep double yataklar ve 6 kişilik.Bir İngiliz çift daha var.Yarın onlarla hayatımda ilk defa at binerek diğer arkeolojik parkları da at üstünde gezeceğiz.Zira araları biraz mesafeli.Dönüşte bir duş aldım, kendime bir çay  hazırladım ve bu satırları yazmaya oturdum.Burada wi-fi olmadığı için biraz gecikmeli olacak sanırım.

                                                                       29/11/2012 Perşembe


 

 

Hiç yorum yok: